TÜRKÇE İBADET ve ANA DİL
- 30 Aralık 2019, Pazartesi
Değerli canlar! Bir milletİ tarih sahnesinden silmek isteyen güçler, ilk önce o milletin dilini hedef alırlar. Milletlerin, sonsuza dek varlıklarını sürdürebilmelerinin can damarı olan dilleri tahrip edilince, nesiller arasında bağ kopar ve o milletin devamı için vazgeçilmez olan değerlerinin nakli imkânsız hale gelir. Bir kuşak sonra, kültürel iletişim kesilir ve o milletin milli kimliği, yeni kuşaklara ulaştırılamaz. Sonra, o milletin bütünlüğü ve kültürünün tüm sembolleri tarihten silinip yok olur. Çünkü bir milletin varlığının temel unsuru, onun kültürü ve sesi olan dilidir. Dil, bir kültürün organizmalarını oluşturan varlığının tek fertlerle ifadesidir. Bir insan dilini terk edince, temsil ettiği kültür ve milli kimlik de tarih sahnesini terk eder. İhanete uğrayan milletler, ilk önce dilini, kimliğini, sonrada bütünlüğünü kaybederler.
Evet, sevgili dostlar yukarda vurguladıklarımız maalesef günümüz gerçeğidir. Bir ulusu, ulus yapan o ulusun, yani o milletin dili ve kültürüdür. Bir ulusu ortadan kaldırmak istiyorsan, önce o ulusun dilini ortadan kaldıracaksın. Geçmiş tarihe baktığımızda pek çok ulusun dil yüzünden yok olduğunu ve tarih sahnesinden silinmiş olduğunu görürüz.
Bin ikiyüzlü yıllarda Anadolu Selçuklu Devleti ve daha sonra Anadolu’ya hakim olan Karaman oğulları zamanında halk Türkçe konuşurken, Devletin yönetici kesimi, Arapça ve Farsça konuşuyordu. Teba(tabi olan) denilen halk ile Devletin muhtelif kesimlerinde görev yapan kimseler, birbirleri ile anlaşamaz duruma gelmişlerdir. Bu duruma isyan eden o zamanın değerli simalarından olan Âşık Paşa, bu durumu şu dörtlüğü ile dile getiriyor.
“Türk diline kimse bakmaz üdü,
Türklere her gönül akmaz üdü,
Türk dahi bilmez üdü bu dili,
İnce yolu ulu menzilleri”
İşte o yıllarda vezirliğe getirilen Karaman oğlu Mehmet Bey, bu tehlikeyi fark etmiş olacak ki, Türkmen beylerini toplayarak şu konuşmayı yapar:
Türkçemizin, Arapça ve Farsçadan kurtarılıp, yeniden ihya edilmesi için gereken her ne ise yapılmalıdır. Fakat devlet işlerinin yürütülebilmesi için Türkçenin yazı diline dönüştürülüp, zaruri ihtiyaçları karşılayacak düzeye ulaştırılması gerekir. Türkçeyi hızlı bir şekilde yaygın bir hale getirebilmek için, ancak eğitim dilinin Türkçe olması ile mümkündür. Değerli Türkmen beyleri; “Şimdengerü hiç kimse kapuda, divanda, mecliste ve seyranda Türk dilinden gayri dil söylemeye”Mehmet beyin bu fermanı, Selçuklu Devlet’inde büyük bir coşkuyla karşılanmış. Karaman oğlu Mehmet Bey baş vezir olur. Ülkenin dört bir yanına tellallar çıkarılır, tellal, kabalık bir topluluk önünde davuluna keyifle vurarak:“Duyduk duymadık demeyin! Bayram var bayram! Hürriyet bayramı, dil bayram, Karaman oğlu Mehmet Bey vezirimizdir. Başkentimizdeki yabancılar hayatımızdan bütün alanlardan sökülüp atılacaklardır” duyduk duymadık demeyin, ey ahali vezirimiz buyuruyor; “Şimdengerü hiç kimse kapuda, divanda, seyranda Türk dilinden gayri dil söylemeye” Vezirimiz Karaman oğlu Mehmet Bey fermanıdır.
Böylece Türkçe resmi dil olarak ilan edilir.Tarih 13 Mayıs 1277’dir. Günümüzde de 26 Eylül 1932 yılında kabul edilir ve bu tarih her yıl Türk dil bayramı olarak kutlanır. (Türkçeyi resmi dil olarak kabul edip, yöre (ana) dili de kendi toplumun içinde konuşma özgürlüğüne sahipsin)
Ancak günümüz de bazı kimseler, hala Kur’an’ın Arap alfabesi ile Arapça okuna-bileceğini, mealinden Türkçe olarak okunamayacağını ibadetlerin ise kesinlikle Arapça okunarak yapılabileceğini savunmaktadırlar. Tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırarak, Arapça ve Farsça yerine Türkçe yani öz dilimizi kullanarak ibadetlerimizi yaptığımızda, anladığımız dilden olursa kabul olmayacak mı? Bunu Cenabı Hakk’tan başkası bilemez.
(şimdi İncil, tek dil mi? Yada tek dil mi okunuyor; Amerikalıların, Almanların, İngilizlerin, Fansızlarınvs daha nice ülkelerin kitabı olan İncil tek dil mi okunuyor. Tabiki hayır her ülke kendi dilinde okuyup ibadetini yapıyor. Onların kendi dilinde okuyup kabul görüyor da, bizim dilimizde mi kabul görmüyor!!! Allah Arapça biliyor Türkçe bilmiyor yani öylemi)
Yüce kitabımız Kur’an-a baktığımız zaman şu ifadeleri görürüz; “Biz sana Kur’an-ı iyi anlayıp, öğüt alsınlar diye senin dilinde indirerek, kolayca anlaşılmasını sağladık”
Deniliyor(Dûhan S. Ayet 58) (o dönemde Arapça konuşuluyordu)
Yine Kur’an da “>Biz hiçbir memleketi, öğüt vermek üzere uyarıcı (Peygamber) göndermeden yok etmemişizdir. Biz zalim değiliz.” Denilmiyor mu? (Şuara S. Ayet 208-209)
İnen bu ayetlere rağmen hala pek çok kavim, peygamberlerin getirmiş oldukları Tanrı buyruklarını, ya anlayamadılar, ya da anlamak istemediler. Anlamadıkları gibi de insanlık dışı hareketlerde bulundular ve Tanrı tarafından cezalandırılarak dünya sahnesinden silindiler. Eğer bir toplum peygamberinin söylediklerini algılayamıyorsa veya anlamak istemiyorsa, işte bu toplum için bir şey ifade etmez.
Geçmişe baktığımız zaman, pek çok kavmin yeryüzünden silindiğini görmekteyiz. Arap yarımadasına baktığımız zaman, Arapların akla hayale gelmeyecek insanlık dışı hareketlerde bulunduğunu ve kız çocuklarını diri-diri gömdüklerini, bu sırada Arap kavminin bulunduğu bir bölgeye peygamber gönderiliyor ve bu peygambere indirilen kitap için ise Tanrı; anlayıp, öğüt alsınlar diye senin dilinle indirerek, kolayca anlaşılmasını sağladık, diyor. Şu ayette de; “>Şehirlerin anası Mekke ve çevresinde bulunanları uyarman için, Arapça bir Kur’an vahyettik<” deniyor. (Şura S. Ayet 7)
Bilindiği gibi Mekke ve çevre halkı Arap’tır ve onlar anlasınlar diye elbette ki, Arapça indirilecektir. Aksi halde onlar da hiçbir şey anlamayacaklar ve daha öncekiler gibi, Tanrı tarafından gazaba uğrayarak, bu dünya tarihinden silinip gideceklerdi.
Bir başka ayette de; “>Bilen bir kavim için, Ayetleri Arapça okunarak açıklamış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır.<” deniyor (Fussilet S. Ayet 3-4)
Bilen bir kavim için Arapça okunarak açıklanmış kitap olduğu ve ayrıca müjdeleyici ve uyarıcı olduğu vurgulanmaktadır.
Eğer bu peygamber ve bu kitap, bir başka kavim üzerine indirilmiş olsaydı elbette ki, o kavmin diliyle indirilmiş olacaktı. Ancak bilindiği kadarıyla Kur’an sadece Arap kavmi için indirilmiş bir kitap değildir. Hz. Muhammed Mustafa da sadece Arap kavmin peygamberi değildir, kuran evrenseldir ve inanan inanmayan herkesin kitabıdır.
Hz. peygamber ise, rahmet peygamberi değil midir? Kur’an da “Resulüm! Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” deniyor. (Enbiya S. Ayet 107)
Buda şu demektir; Kur’an ve Hz. peygamber, sadece Araplara mahsus gönderilmemiştir. Kur’an da sadece Arapların anlaması için indirilmemiştir. İslam’ım diyen ve her inanan kimse, Kur’an-ı kendi dili ile okuyup anlamalıdır. Okunup anlaşılmayan bir Kur’an neye yarar. Bundan dolayıdır ki, bizler Kur’an-ı ve tüm ayetleri öz dilimiz ile yani Türkçe olarak okuyacağız ki dinleyenler anlayarak “Allah, Allah” diyebilsinler. Yine Kur’an da; “Ey örtüsüne bürünen! Geceleyin kalk kısa bir süre hariç, gecenin yarısında ayakta ol yahut bundan biraz eksilt yahut buna biraz ekle ve Kur’an-ı ağır, ağır düşüne, düşüne oku ” buyurmuştur. (Müzemmil S. Ayet 1-7)
Bu ayette de Hz.peygamber’e Kur’an-ı ağır, ağır ve düşüne, düşüne oku deniyor. Kendisi iyi anlamalı ki, başkalarını da anlatabilsin. Daha önce de söylediğimiz gibi, Kur’an sadece Arap kavmi için indirilmedi, tüm insanlık için indirildi, öyle ise tüm insanlar da Kur’an-ı kendi dilinde okuyup anlaması gerekir. İşte Alevi toplumu da bunu bildikleri için, Kur’an’ın gerçek anlamını herkes anlayabilsin diye, ibadetlerinde Kur’an Ayetlerini veya diğer dua ve gülbanklarını Türkçe olarak okurlar.