Neden Alevilik? Alevilik Araştırmasında Antropolojik bir Bakış
- 15 Kasım 2016, Salı
1. Neden Alevilik?
Ben 2005-2008 yıllar arasında Ankara Üniversitesi’nde yabancı uyruklu değişim öğrencisi olarak Yüksek Lisans ve Doktora derslerine katıldım. Sonra 2008-2010 yıllar arasında Tokyo/Sophia Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalıştım. 2011 yılından yaklaşık 3 sene boyunca Tunceli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde Öğretim Üyesi olarak çalıştım. Şuan ise Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümünde Öğretim Üyesi olarak çalışmaktayım. Aynı zamanda Üniversitemiz Hacı Bektaş Veli Araştırma ve Uygulama Merkezinde Öğretim Elemanı olarak Çalışmaktayım ve şuana kadar Alevilik-Bektaşilik üzerinde makaleler ve kitaplar yazdım, halen de bu konu hakkında projeleri de yürüterek araştırmaya devam etmekteyim. Yaklaşık 10 senedir sürekli olarak Türkiye’deyim. Şuana kadar insanlar bana şu soruyu devamlı bana soruyorlar “Siz neden Aleviliği seçtiniz?”. Burada buna cevaben bu kısa bir makalenin başlangıcı olarak benim akademik hayatımdan bahsetmek istiyorum.
Bazı yabancı uyrukluların Aleviliğinden hoşlanması ve yahut Aleviliği araştırma konusu olarak seçmelerinin sebebi genellikle şöyledir. Bazılar Cem’deki semah gösterilerinden hoşlandığı için diyorlar, bazılar ise saz müziğinden veya Alevi-Bektaşi deyişler/nefeslerden hoşlandığı için diyorlar ve bazılar ise Alevi vatandaşlarının “özgür” yaşam tarzından diyorlar. Genelde onlar Aleviliğin zahir yani görsel kısmından duygusal olarak hoşlanmışlar ve Aleviliği sevmişler. Elbette ki ben de Cem’e katıldığım zaman dinlediğim bağlama seslerini severim. Hatta Cem’deki bağlama sesi ruhen beni çok rahatlatıyor. Fakat başlangıçta benim Aleviliği araştırma konusu olarak seçtiğim sebebi diğer yabancı uyruklulardan bir az farklıydı.
Sene 2001 yılında Japonya’nın Tokyo kentinde bulunan Sophia Üniversitesi Alan Çalışmaları Yüksek Lisans Programında öğrenci olarak kayıt oldum. Benim alanım Sosyal Antropoloji idi. Ders döneminde Sosyal Antropoloji ile ilgili akademik okuma-yazmalar, sözcükler, kavramlar ve kuramları öğrendim. Bu süreçte benim dikkatim çeken konu, ulus-devlet, etnik aidiyet ve insan kimliğinin inşası idi. Konu ile ilgili kitaplar ve makaleleri okudum. Arjantin’deki yerli halkların kimlik mücadelesi örneği, Endonezya Java adasında yaşayan halkların “Java’lı” kimliğinin inşası ve Avustralya’daki “Katolik Beyazlar” kimliği vs. Bir gün, Suriye ve Filistin’deki Dürziler ’in Sosyo-politik etnografya konusunda uzman olan bir hocam bana Türkiye’deki Alevileri araştırmamı tavsiye etti. Ardından hemen konu ile ilgili literatür çalışmaları başlattım.
İlk başta Türkçeyi fazla bilmediğim için İngilizce ve Fransızca kaynaklarından başladım. Okurken kafamı çok karıştıran olay Alevilik konusunda tek bir anlayış olmamasıydı. Biri diyor ki, Alevilik İslâm dışı bir dindir. Öbür de diyor Alevilik “Alev” inancından kaynaklanan Zerdüşt dinidir. Başkası da diyor, Aleviliğin aslı Şamanizm’e dayanan bir inanç kültüdür. Yani anlaşılan bir sür “Alevilikler” var demektir. Tabii ki insanların kimlik inşası karmaşık bir konu fakat Alevi kimliği kadar karmaşık olay o dönemde hiç rastlamadım. Bir Antropoloji öğrencisi olarak düşündüğüm şu ki, Alevi kimliğin karmaşıklığın nedeni ne olabilir?
Okuduğum makale ve kitapların çoğu Batılı Oryantalistler tarafından yazılan eserlerdi. Dolayısıyla, bu tür araştırmalarına karşı Antropolojik açıdan tarafsızca eleştiri gözüyle bakmaya başladım. Sonra tez döneminde Türkiye’de kısa bir süre kalarak Büyükşehirlerde bulunan Alevi-Bektaşi Derneklerini ziyaret ettim ve orada basılan dergileri inceledim. Cem’e de katıldım. Cem’e katılan halklarla sohbet ettim. Dedelerle mülakat yaptım. O zaman Türkçe konuşması, okuması ve yazması da gelişmişti veTürkçe kaynaklarına da bakmaya başladım. Bu süreçte elde ettiğim bilgilere göre Yüksel Lisans tezi hazırladım ve mezun oldum. Tez çalışmalarında anlaşıldığı nokta kısacası şöyleydi.
Batılılar tarafından yapılan araştırmalarda yazılı kaynaklarına fazla dayanmaması.
Batılıların sahada elde ettiği bilgileri ve sahada gördükleri Hıristiyan mantığıyla tek taraftan yorumlaması (Teslis, Ortodoks/heterodoks, senkretizm vs.).
Türkiye’deki bazı bilim adamların da Batılı araştırmacıların takipçisi olması.
Bu tür araştırmaların bazıların Aleviliği belirli siyasi düşünce veya ideoloji ile bağdaştırması.
Türkiye’de halklarla yukarıda bahsettiğim bazı bilim adamları arasında Alevilik konusunda fark olması.
Sahada uygulanan Alevilik ve yahut Aleviliğe istinaden uygulanan dini ritüellerin Türkiye dışı Müslüman ülkelerde “tasavvuf geleneği” olarak uygulanan dini ve inançsal boyutu taşması ve bu konu hakkında yazlı kaynakların bulunabilmesi.
Sonuç olarak benim Aleviliği araştırma konusu olarak seçtiğim sebebi tabii ki bir hocamın tavsiyesi başlangıçta vesile oldu fakat en azından duygusal anlamda sevdiğim ya da nefret ettiğim için değil. Ben sırf Antropoloji açısından yukarıda bahsettiğim akademik sorunları çözmek veya gerçeği açıklamak istediğim için Aleviliği seçtim. Yoksa benim saham Türkiye değil, Arjantin’de olabilirdi, Avustralya’da olabilirdi ve Afrika kıtasının küçücük bir ülkede de olabilirdi.
2. Alevilik İslam mıdır değil midir?: Batılı Oryantalistler ve Sufizm Teorisi
Bensaha çalışmalarımı 2005-2008 arasında doktora tez çalışması olarak Türkiye’deki Batı ve Doğu bölgeleri gezerek başlattım.Büyükşehirlerde bulunan Alevi-Bektaşi dernekler başta olmak üzere, mahallelerde bulunan büyük küçük cem evleri, köyler ve kasabaları gezdim dolaştım. Bölge olarak Ankara, İstanbul, İzmir, Kütahya, Kırşehir, Nevşehir, Kayseri, Malatya, Erzincan, Diyarbakır, Muş illerinde saha çalışmasında bulundum. Doktora mezunu olup Japonya’da araştırma görevliliği bitirdikten sonra Tunceli’ye atandım ve bu sırada yani 2011-2013 yıllar arasında Muş, Tunceli, Bingöl ve Elazığ illerinde de saha çalışması yaptım. Çorum’a atandıktan sonra da halen saha çalışması devam etmekteyim.
Saha çalışmasının sonucu olarak elde ettiğim bilgiler bana Alevilik İslami-Tasavvufi uygulama olduğunu gösterdi. Fakat literatür çalışmalarına göre bazı bilim adamları bu konuda farklı yaklaşımla yorumluyorlar. Peki, bunun sebebi nedir? Bu soruya cevap vermek için Batılılar Tasavvuf konusunda nasıl yaklaşımla araştırdığını Oryantalizm tarihinden bahsederek açıklamak istiyorum. Batılılar Tasavvufu “Sufizm” adı altında analitik terim olarak yorumlamıştır.
Sufizm (Sufism) kelimesi Arapçanıntasawwuf(Tr. Tasavvuf) kelimesinin İngilizce meâlii olup bir analitik terim olarak ortaya çıkmıştır. Genellikle Sufizm aynı zamanda “IslamicMysticism” olarak çevrilirken, bu çeviri bilimadamları tarafından da yanlış bir şekilde kullanıla gelmiştir. Sufizm (veya tasavvuf) nedir diye bir soruya günümüze kadar bir sür insanlar cevep vermiştir. Mesela Nurbakhsh (1926-2008), Sufizm’in 108 tanımı ve Sufi’n 55 tanımını yapmıştır (Nurbakhsh, 1981: 16-41). İslâm Tarihi içerisinde Sufizm’in (veya Tasavvuf’un) tanımları hem Müslüman kendisi hem de yabancılar tarafından çeşitli bir şekilde yapılmıştır. Mesele Sufizm kavramı Oryantalizm yani Şarkiyatçılık tarafından icat edilen Batı kökenli analitik bir terim olduğudur.
Şark Bilimleri olarak Oryantalizm İngiltere’de William Jones tarafından başlatılmıştır (Arberry, 1998: 7). O Sufizm’i İslâm’la alâkası olmayan eski Hıristiyanlık, Yunan felsefesi ve Veda felsefesine yakın veya ortak bir inanç olarak tanımlamıştır. Ardından Doğu Hindistan Şirketi’nde İran elçiliği yapan John Malcolm, Sufizm’iŞeriat’ı inkâr eden Hıristiyanlığa yakın bir varlık olarak bahseder. Ona göre mesela, Sufizm’in “Sevgi veya Aşık (Ar. Muhabbah)” anlamındaki terim olan Mahbub (Sevinen), Muhabba (Sevgi), Muhibb (Seven) Hıristiyanlıktaki Teslis yani Oğlu Tanrısı, Kutsal Ruh, Baba Tanrısı’na denk geldiğini ifade etmektedir. MalcolmSufileri severmiş fakat o Sufileri Müslüman’la alâkası olmayan Evliyâ olarak algıladığı için sevmiştir. (Arberry, 11-13).
Öte yandan Protestan papaz Tholuck, 1821 yılında Avrupa’da ilk Sufizm konusunda Latince’de ilk kitap bastırmıştır. O İslam ile Sufizm arasındaki ilişkiyi Sâmî Mutlak Monarşi ile Ârî Evrensel Mistisizm arasındaki düşman ilişkisine benzetmiş (Schimmel, 1975: 9). Bunun gibi Oryantalistler tarafından yazılanlar aracılığı ile Avrupa’da akademik disiplin olarak “Sufizm” teşkil edilmiştir. Başlangıçtan itibaren onlar Sufizm’i İslâm’la alâkası olmayan fakat Hıristiyan inancıyla derin bir noktada evrensel değeri paylaştığını algılarlarmış.
Böyle bir Sufizm anlayışı İslâm dünyası içerisinde önceden devam eden Tasavvuf anlayışı ile tamamıyla bambaşka bir şey olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. En azından orta çağı Müslümanlara göre Tasavvuf ya da Sufi kelimesi İslâm’ın değerleri bir şekilde somutlaştıran yol ya da bu yolunu takip eden anlamındadır ve bu noktada o zamanki halk Sufizm gayri-İslâmî bir imaj olarak şekillendirmemiştir.
Elbette ki şuan günümüz Avrupa’sında Akademik alanlarda çalışanlar Sufizm araştırmaların gelişmesi ile birlikte, Sufizm İslâm Dininin içinden kaynaklanan bir felsefi düşünce olduğu fikrindeler. O anlamda, genelde Oryantalistler tarafından icat edilmiş bir “Sufizm İmajı” şuan hala aramızda paylaşılmaktadır. Burada unutmamalıyız ki, Sufizm terimi ve kavramı tamamıyla Batılı Oryantalistler tarafından icat edilip uygulandığı gerçeği (Tonaga, 2013: 22-32.).
3. İnanç Kopukluğu
Aynı şekilde, “Senkretizm (Symcretism)” “Heterodoks (Heterodox)” ve “Şamanizm (Shamanism)” gibi terimler ve kavramlar da, Batılı Oryantalistler tarafından icat edilmiş analitik terimdir. Bir toplumu, kültürü, sembolü ve ya dini incelerken en yanlış bir şey “Ortodoks/Heterodoks”i kendi kafaya göre ayırt edip sanki bu ayırım mutlak ve sabit bir çerçeveymiş gibi değerlendirip din ya da inançta olan çeşitli unsurları bu iki kategoriye otomatik olarak zorla sığdırmaya çalışmaktır. Bir kere “Ortodoks ” ve “Heterodoks” anlayışı, orta çağda Roma Katolik tarafından tek yönlü olarak şekillendiren bir anlayış ve strateji olduğundan bahsetmek gerekir. Onlara göre, “Ortodoks =Katolik=tek öğreti=Doğru olan şey” ile “Heterodoks eşittir Bizantz veya Doğu Kiliseler, Protestan veya öteki mezhepler eşittir senkretizm (Karmaşık din) eşittir ki yanlış olan din öğretisi” olarak nitelendirilmiştir. Bu çerçevede Hıristiyan dünyasındaki çeşitli inançları değerlendirirlermiş.
Fakat Müslüman Dünyasında bunun gibi kategorizasyon yani ikili dışlayıcı ve ayrılıkçı bir yaklaşım yoktur ve bunu geleneksel olarak “Meşrep” şeklinde değerlendirmişlerdir. Dolaysıyla, yine farklı bir şekilde değerlendirmemiz gerekmektedir. Ona rağmen zaman zaman sahada da Ortodoks/Heterodoks ayrılıkçı yaklaşımla hatta Şamanizm teorisini savunan halklarla karşılaşıyoruz. Bunun nedeni Anadolu tarihinde zaman zaman yaşanan inanç kopukluğundan kaynaklandığını açıklamak istiyorum.
Birincisi Osmanlı padişah II. Mahmut tarafından 1826 tarihinde uygulanan tekke ve zaviyelerin kapatılması, ikincisi ise bütün dünyada olduğu gibi 1960-1970’li yıllar arasında ortaya çıkan siyasi kargaşalar. Osmanlı döneminde uygulanan tekke ve zaviyelerin kapatılmasından kaynaklanan dini ve inançsal kopukluk sonraki dönemde Alevi-Bektaşi camiasına büyük bir ölçüde etkilenmemiştir. Çünkü örneğin İstanbul’da 1900’lu yılların başında 10 adet Bektaşi tekkelerin faali bir şekilde bulunmaktadır. Dolaysıyla, bu tarihsel gerçek, o dönemlerde en azından bir kısım Alevi-Bektaşi tarikatına bu yolunu sürdürmeye müsaade edildiğini göstermektedir. Günümüzde yaşanan dini ve inançsal kopukluğun büyük nedeni, 1960-1970’li yıllar arasında yaşanan siyasi kargaşalardır.
Özellikle 1960’lı ve 1970’lı yıllar arasında bütün dünyada siyasi kargaşalar yaşanmıştır. Kendi memleketim Japonya dahil olmak üzere, tüm dünyadaki üniversitelerde doğru düzgün dersler işlenmemiş, öğrenciler ve öğretmenler sağcı yada solcu olarak etiketlendirilmiş ve birbirlerine kınamışlar ve kavga etmişler. Gençler kendi dininden uzaklaşmış, o halde insanlar birbirlerine saygı göstermeyi bile unutmuştur. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de sağ-sol ideolojik çatışmaların yoğun olduğu hatta asker idaresi yönetim altında dini ve düşünce özgürlüğün kısıtlı olduğu dönemlerde, insanlar arasında dini ve geleneksel algılar kısıtlanmış.
Bu kısıtlama hem Sünni hem de Alevi-Bektaşi toplumu aynı şekilde etkilemiştir. Kitap veya benzer yazılı kaynakların yakılması ve kaybolmasından başlayıp tarikatı yürüten şeyhlerin ve dedelerin kovulması, susturulması ile din eğitiminin ideolojik yöntem altında yürüttürülmesine kadar insanların bilime ilime ulaşma yolu kapatılmıştır. Bu şekilde insanlar dinden, imandan uzaklaştırılmış ve bazı gelenekler görenekler de unutula gelmiştir. Dolaysıyla, bu bağlamda tasavvufi derin felsefeler (Metafizik boyut), dini ritüeller, sanat, geleneksel aile yapısı, ahlak ve sözlü-yazılı gelenekler bir süre kopukluk yaşamıştır.
4. Sonuç
Yaşanan dini kopukluk nedeni ile Alevi-Bektaşi yolunun yürütücüsü olan Dedelerin yetiştirilememesi ve Alevilik ile belirli siyasi düşüncelerin bazı Batılı kökenli araştırmacılar ve onların takipçisi olan yerli bilim adamları tarafından bağdaştırılması çeşitli “Alevilikler”in ortaya çıkmasına sağlamıştır. Aynı zamanda ne yazık ki bu durum Alevi halkları özellikle gençlerin bilgisiz kalmasına da katkı sağlamıştır.
Fakat 2000’li yıllardan sonra, küreselleşme ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nde ifade özgürlüğünün artması ve bazı devlet sektörlerinin özelleştirilmesi ile birlikte dini kültürün çeşitli bir şekilde yayılmasını sağlamıştır. Hatta toplu göçün ilerlemesi ve ulaşımın kolaylaşması gibi nedenlerden dolayı, Üniversite gibi yükseköğretim kurumları mezunu olan şehir merkezli aydın Çağdaş bilim adamları oluşmuştur. Eskiden belirli bir kitle içerisinde gizli bir şekilde paylaşılan dini bilgiler, günümüzde basın, medya ve internet vasıtasıyla, topluma aktarılmaya çalışılmaktadır. Bu süreç içerisinde Anadolu’nun çeşitli bölgeleri yeniden canlanmaya başlamıştır. Bu duruma katkı sağlayan en önemli unsurlardan biri de yazlı kaynakların yeniden tespit edilmesi ve bu kaynakların Eski dil (Osmanlıca, Arapça ve Farsça vs.) ile bunun okunuş ve günümüz Türkçesi üç bir arada basılmasıdır (Eğri 2007a; 2007b; 2008; Duran 2007a; 2007b).
Dolaysıyla, günümüz Antropologlar Antropolojik açıdan etnografya şeklinde eseri yazarken ve yahut saha çalışması yaparken tarih içerisinde yaşanan dini kopukluklar, siyasi bir ortam, küreselleşme gibi bir olayı göz önünde bulundurarak, eski kaynaklarına dayanarak araştırmalıdır. Oysa Hz. Mevlana’nın meşhur bir sözü “Kuyunun içinde kurbağalar. Sanırlar ki gökyüzü kuyunun ağızı kadar” gibi etrafında görünen ve yahut anadan babadan duydukları kulak bilgileri bütün dünya zannederler.
Kaynakça
Arberry, Arthur J. 1998. An Introduction of theHistory of Sufism: TheSir Abdullah
SuhurawardyLecturesfor 1942, New Delhi: Orient Longman Limited.
Aydınlı, Osman 2011. Fütüvvetnâme-i Tarikat, Alevi-Bektâşî Klasikleri Dizisi ,
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Duran,Hamiye 2007a.Besmele Tefsiri: Şeyh-i Besmele,Alevi-Bektâşî Klasikleri Dizisi 1,
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
-------------- 2007b. Vilâyetname-i Hacı Bektâş Velî, Alevi-Bektâşî Klasikleri Dizisi,
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Eğri, Osman 2007a. Kitâb-ı Dâr, Alevi-Bektâşî Klasikleri Dizisi 3, Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları.
--------------- 2007b. Kitâb-ı Cabbâr Kulu, Alevi-Bektâşî Klasikleri Dizisi 7, Ankara:
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
--------------- 2008. İlm-i Câvidan: Virani Baba, Alevi-Bektâşî Klasikleri Dizisi,
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Mélikoff, Irène 1982. “L’Islamhétérodoxe en Anatolie,” Turcica, XIV, 142-154.
--------------- 1998. HadjiBektachi un mythe et ses avatars: genès et évolution du soufisme populaire en Turquie, Leiden: Brill.
Nurbakhsh, Java 1981. Sufism: Meaning, Knowledge, andUnity, Londonand New York: Khaniqahi-Nimetullahi Publications.
Schimmel, Annemarie 1975.MysticalDimensions of Islam, ChapelHill: University of North Carolina Press.
Tonaga, Yasushi 2013. IslamandSufism: Mysticism, Saint Veneration, Morality, Nagoya: NagoyaUniversityPress.