MÜSLİM İBNİ AKIYL KÛFE’DE (6. Gün)

  • 05 Eylül 2019, Perşembe

Hiç şüphe yok ki, vacibül-vücut olan Allah, o kulunu Hz. Eyüp gibi, belâlarla imtihan edip, cismini hastalıklara müptelâ eder veya malını elinden alıp sıkıntıya düşürür veya evlâtlarının acısı ile kendisini perişan eder. Ancak o vacibül-vücut olan Allah, o kimseyi, uğradığı tüm musibetlerde ona sabır verip ve o sabırla idrakini artıracak mertebeye eriştirir.

Ariflerden Hüseyin Mansur, bir gün Allah’a yalvarırken: “Ya İlahi! Gerçeğin hakkı için, belâlar hazinesinin kapılarını açıp, her ne belâ varsa, bana gönder ve beni bütün belâlarda imtihan et! Eğer muhabbet yolunda irademin yularını zerrece kaymış görürsen, beni sadıklar silsilesinden çıkarıp, reddedilmişlerin arasına kat! Eğer riyazet makası ile vücudumun azasını birer, birer kesip parçalasalar, irademe asla noksan ârız olmasın. Ve sana olan bağlılığım değişmesin!” diyerek dua ederdi.

Şu var ki, belâ, Hz. Peygamber’in evlatlarının ve ona uyanların yakınlığını kabul edenlere mahsustur. Belâ, nihayet, bu yüksek mertebeye erişenlerde istisnasını bulmuştur. Âdemoğullarına mensup olanlardan hiç biri, onlar kadar belâya sabretmemiş ve hiçbir ferde onlar kadar belâ erişmemiştir.

İşte Hz. İmam Hüseyin de, Kûfelilerden aldığı davet mektuplarının aslını öğrenmesi ve kendisini davet edenlerin samimiyetini öğrenmek için, yakın akrabası olan Müslim Akıyl’i görevlendirdi. Müslim Akıyl, Hazret-i İmam Hüseyin’e veda edip, Küfe’ye gitmek üzere yola çıkmıştı. Biri dokuz yaşında, güzellikte âlemi aydınlatan güneşe benzeyen Muhammed, diğeri yedi yaşında, taze yanakları, lâleyi andıran İbrahim adındaki iki evladını da yanına alarak önce Medine’ye oradan da ayrılıp, Kûfe’ye vardı. Müslim, Kûfe’de “Dar Muhtar” adında birinin evine yerleşti. Kûfe’nin eşraf ve âyanı akın akın gelip, Müslim’i ziyaret ediyor ve İmam Hüseyin’e bağlılıklarını bildiriyorlardı.

Ancak Yezid, bu olanları öğrenir ve tedbir olarak Küfe Valisi Beşir oğlu Numan’ı azledip, yerine Basra hâkimi olan Ubeydullah bin Ziyad’ı göndermişti. İbni Ziyad, göreve başlar başlamaz, Müslim’in peşine düştü. Bunu öğrenen Müslim, derhal, kaldığı yerden ayrılıp, Hani bin Urve’nin evine yerleşti. Diğer taraftan İbni Ziyad, Mafdal isimli kölesine: “Ey Mafdal! Müslim, bu şehirde imiş, Müslim’in kaldığı yeri öğrenirsen, seni azat ederim, hatta türlü lütuflarımla seni murada kavuştururum” dedi. Mafdal, hiç vakit kaybetmeden araştırmağa başladı ve bir gün Küfe de birinin yanına yaklaşıp: “Ey temiz huylu mümin! Ben Hüseyin’e inanmış bir kimseyim. Ve bin akçayı Müslim’e verilmek üzere nezretmiştim ama kendisinin yerini bilemiyorum. Lütfet de onu bana göster!” dedi.

Temiz kalpli gafil, onun bu sözlerine kanmış ve Müslim’in kaldığı yere götürmüştü. Mafdal, Müslim’in elini öpüp, nezrini vermiş ve ayrıca bir Mushaf getirerek sadakattan ayrılmayacağına dair yemin dahi etti.

Oradan ayrılınca, derhal İbni Ziyad’ın huzuruna çıkıp durumu anlattı.

İbni Ziyad, haber göndererek Hani bin Urve’yi yanına çağırıp Müslim’i teslim etmesini istedi. Müslim’i teslim etmeyen Hani’yi de öldürttü.

Bu olanları duyan Müslim, derhal iki oğlunu güvenilir bir kadının evine gönderip, kendisi de savaşa hazırlandı. İbni Ziyad’ın askerleriyle Müslim arasında bir savaş başlamıştı. Müslim, şimşek süratiyle atı üstünde sağa-sola kılıcını savurarak, her hamlede birçok nâmerde ölüm saçıyordu. Müslim’in etrafında hiç kimse kalmamıştı. Bu durumu yakından izleyen Sa’d bin Ahnef: “Ey benim efendim! Şehrin kapıları tutuldu, her yerde sizi arıyorlar. Benimle gelin” dedi ve Müslim’i alıp, Muhammed Kesir’in evine getirdi ve bu evde Müslim’i gizlediler.

 

Ne merhametin vardır ne de insafın

Vurma zalim vurma, Müslim Akıyl’e

Haram süt emmişsin bozuktur kanın

Vurma zalim vurma Müslim Akıyl’e

 

         Ancak İbni Ziyad, bu haberi almış, Muhammed Kesir’i konağa çağırıp, Müslim’i teslim etmesini istedi. Muhammed Kesir, “ben Urve oğlu Hani değilim ki, hükmün bana geçsin” diye karşılık verdi. O sırada Muhammed Kesir’in adamlarından bin kadar muharib, konağı bastılar. Bu durumdan korkan İbni Ziyad, Muhammed Kesir’in başını kestirerek konaktan dışarı attırdı. Bunu gören Kesir’in askerleri de darmadağın oldular. Tüm bu olanları öğrenen Müslim, viran bir mescite sığındı ve gece basıncaya kadar buradan ayrılmadı. Gece basınca mescitten çıktı, gizlenecek başka bir yer ararken kendisini bir kadının evinin önünde buldu ve kadından içmek için su istedi. Kadın, bir maşrapa su verdikten sonra: “Ey oğul! Burası bir kavgalı şehir olmuştur. Memleket fitne içinde kaynıyor. Evimin önünden uzaklaş ki, benim de başım belaya girmesin” dedi.

Bu sözler üzerine Müslim: “Ey iyi yürekli kadın! Sen Ehl-i Beyt’i sever misin?” diye sordu.

Kadın: “Ey oğul! Benim canım, Ehl-i Beyt yoluna feda olsun.”

Müslim: “Ey iyi yürekli kadın! Ey Ana! Ben de bir garip kişiyim, fakat Peygamber ve Ehl-i Beyt hanedanına mensubum. Beni evine alıp sığınmama müsaade etmekle sevaba girmek istemez misin?

Kadın: “Evet oğul alırım, sana kim derler?” diye sordu.

Müslim: “Ben Müslim Akıyl’im” dedi.

Kadın: “Sana kurban olayım oğul…” dedi.

Müslim, “Ey Ana! Beni bu cehennemden kurtar, bana yardım et. İki küçük evladımla geldim, nicedir onları göremiyorum, nerededir onlar, ne durumdalar?” bilemiyorum.

Tav’a adında ve Ehl-i Beyt dostu olan bu kadın, Müslim’i evine alıp misafir eder. Müslim, yorgundur, acılar içerisinde kıvranır, günlerin yorgunluğu üzerindedir.

Ancak Tav’a Ana’nın oğlu, geç vakit eve gelir, anasını çok mutlu ve neşeli görünce sebebini sorar.

 

Tav’a Ana; “Ey oğul! Bize ahret devleti teveccüh etti. Müslim Akıyl, evimizdedir. İnşallah, kıyamet günü, onun saadet sarayı, bizim sığınağımız olacaktır!..” diyerek mutlu oluşunun nedenini o bahtsız oğluna anlatıverdi.

O bahtsız nâmert, misafirin kim olduğunu öğrenince, sabahı zor eder ve hiç vakit kaybetmeden İbni Ziyad’a gider ve bir miktar dünyalık için, Müslim Akıyl’i ihbar eder. Sabah’ın aydınlığı, Müslim’e karanlık olmuştur, ev sarılmıştır. İbni Ziyad’ın askerleri: “Ey Müslim! Ev sarıldı, kurtuluşun yok, teslim ol” diye bağırırlar. Müslim, “Medet Ya Allah! Medet Ya Resulallah! Medet Ya Ali!” diye bağırır ve kapıya çıkar. Muhammed Eş’as komutasındaki oldukça kabalalık bir grupasker, hep birden hücum ederler. Müslim, can havliyle savaşmaktadır, kılıç yaraları almıştır, bîtabdır. Hz. İmam Hüseyin’e haber götürememiştir, evlatları yoktur yanında. Müslim, tutunacak bir yer arar ve Bekir bin Hamran’ın evinin duvarına tutunur. O sırada Bekir bin Hamran, kapıyı açıp dışarı çıktı ve bir kılıç darbıyla Müslim’in mübarek dudağını parçaladı. Müslim de bir hamlede bu haramzadeyi canından etti. Tekrar evin duvarına tutundu, susuzluğu son haddindeydi.

Müslim: “Ne olur bir tas su verin” diye mırıldandı. Ancak, o merhametsiz kavimden hiç kimse bu ricaya kulak asmadı. O anda bir haramzade, gelip bir kargı darbesiyle Müslim’i, yüz üstüne yıktı. Tam kalkmaya çalışırken, arkasından bir mızrak sokarlar, sırtından. Medet hey Allah’ım medet! Müslim, kendinden geçmiştir. Hey Allah’tan korkmazlar, kuldan utanmazlar!..

 

Müslim’in ağır yaralı olan vücudunu bir katıra yükleyerek İbni Ziyad’ın huzuruna getirdiler. İbni Ziyad Müslim’e: “Ya Müslim! Gayen nedir, niçin halkı Yezid’e karşı gelmeye zorluyorsun?” diye sorar.

Müslim: “Ben hiç kimseyi, kimsenin aleyhine kışkırtmadım. Sadece Ehl-i Beyt’in hak ve hayatını korumak istedim” diye cevap verdi.

İbni Ziyad: “Herhangi bir isteğin var mı?” diye sordu.

Müslim: “Evet var, bir kişiyi görevlendir ki, beni dinlesin, Kureyş kabilesine birkaç vasiyetim var!” dedi. İbni Ziyad, bu teklifi kabul eder ve Ömer bin Sa’da, vasiyeti dinlemesi için emir verdi.

Müslim: “Ey Ömer! Sana üç vasiyetim var

1- Şehirde 700 dirhem borcum var, atım, Numan Hacib’dedir. Bu atı satıp borcumu ödeyin.

2- Ehl-i Beyt uğrunda feda edeceğim canımı, şu kanlı vücudumu, ayaklar altında koymayın, gömün.

3- İmam Hüseyin’e benim sonumu bildirin. Bu gurbet diyarında kimsesiz kalan iki küçük yavruma sahip çıkın.

Müslim, sözlerini zor bitirir, dolu dolu olur.

         Aldığı yaralar, ızdırab verir, can çekişmektedir. Kapıya çıkarırlar, başını vuracakken, celladın eli havada kalır.

Müslim: “Ne duruyorsun” der. Cellat: Hayır yapamayacağım der.

Bir başka cellat gelir, o da aynı kişiyi görür ve korkudan ödü patlayıp ölür. Bir üçüncü kişi gelip Müslim’in başını bedensiz bırakır ve şehit eder!..

 

İnsafsız elinden usandım bezdim

Görmedim sen gibi çok diyar gezdim

Suçu olsa idi hiç gam yemezdim

Vurma zalim vurma Müslim Akıyl’e

 

 

Bilindiği gibi Ubeydullah bin Ziyad, Müslim Akıyl’in Şahadetinden sonra, hiç vakit kaybetmeden Müslim’in çocuklarının peşine düşmüştü. Çünkü gammazlar, İbni Ziyada gidip, Müslim’in çocuklarının da bu şehirde olduğunu söylemişlerdi. İbni Ziyad da tellallar çıkartarak Müslim’in evlatlarını, görenler, bilenler, yakalayıp getirsinler veya haber versinler. Kim ki, bildiği halde söylemezse; idam edileceklerini ilân ettirdi.

Askerler çocukların Esad adında bir Ehlibeyt dostunda olduğunu öğrenirler.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

Esad, çocukları alıp yola çıktı. Fakat vakit gece ve ortalık henüz karanlıktı. Onlar varmadan, kervan yola çıkmış, yalnız kumlar üzerinde kervanın izleri görünüyordu. Esad çocuklara: “Ben sabaha kadar burada kalırsam benden şüphe ederler. İzleri görüyorsunuz çok taze, belli ki, yeni gitmişler, siz izleri takip ederek kervana yetişin!” dedi ve oradan ayrıldı. Bir müddet sonra çocuklar, yolu ve izleri kaybettiler. Bu sırada çocukları gören bekçiler, derhal yakalayıp, İbni Ziyad’ın yanına götürdüler.

 

İbni Ziyad, çocukları zindana attırıp, durumu Yezid’e bildirdi. Meşkür adındaki iyi bir zindancı vardı.                                                                             

Zindancı çocuklara bir zarar gelmesinden korkarak: “Ey şehzadeler, size bir zarar gelmesini istemem!” diyerek, gece yarısı kendilerini zindandan çıkardı ve şehrin dışına kadar çıkarıp: “Şu yüzüğü alın ve şu yolu takip edin. Bu yol sizi doğruca Kadisiye şehrine götürür. Benim kardeşim oranın hâkimidir. Bu yüzüğü nişan olarak ona verin. O sizi Medine’ye gönderir” dedi ve geri döndü. Şehzadeler, yollarına devam ettiler ancak, takdire karşı tedbirli bulunmak ve takdiri değiştirmek mümkün değildir. Bir müddet sonra çocuklar, yine aynı yere geldiler.

Çocukları gören bir cariye, kim olduklarını sordu.

Şehzadeler: “Biz garip birer yetimiz” diye cevap verdiler.

Cariye: “Kimin oğullarısınız?” Çocuklar, ağlamağa başlayınca zeki kadın, onların kim olduklarını anlar: “Siz Müslim’in çocukları mısınız!” dedi.

Çocuklar: “Evet! Biz o mihnete uğramış kişileriz” dediler.

Cariye: “Evlatlarım! Hiç korkmayınız. Benim iyi huylu bir kızım var” diyerek, çocukları alıp, kızına götürdü.

Diğer taraftan, İbni Ziyad, çocukların salıverildiğini öğrenince, zindancıyı çağırıp: “Müslim’in oğullarını ne yaptın?” diye sorar.

Zindancı Meşkür: “Onları salıverdim” dedi

Ubeydullah: “Benden korkmadın mı?”

Meşkür: “Ey gaddar ve zalim adam! Allah korkusu, senden gelecek korkudan fazladır. Tutalım ki Müslim, dövüşmenin usullerini bilen bir muharipti. Onu, kendisinden korktuğun için öldürdün! Fakat bu iki masum, sana ne yaptı?” deyince; Ubeydullah cellâda: “Şu herife işkence ile yüz kamçı vurun ve ondan sonra öldürün” emrini verdi.

 

Bu sırada çocukları evinde saklayan kadının kocası Haris, çocukları görmüş ve: “Siz kimsiniz?” diye sordu. Çocuklar, onu dost sanıp: “Biz Müslim’in oğullarıyız” dediler. Gözü dönmüş olan Haris, çocukları, saçlarından birbirine bağlıyarak odaya kilitledi. Sabah olunca da öldürecekti. Karısı, ne kadar yalvardı ise de söz dinletemedi, çocukları serbest bırakması için yalvardılar. Ancak Haris, daha da öfkelenerek kölesine: “Derhal bu çocukları öldür” diye emir verdi. Bunu kabul etmeyen köle, Haris’e saldırdı. Kavga sonunda, adamın oğlu da araya girdi. Sonunda hem kölesini, hem de oğlunu öldürdü, karısını da ağır yaraladı, sıra çocuklara gelmişti. Kurtuluş olmadığını gören şehzadeler abi olan Muhammed: “Ne olur önce beni öldür, kardeşimin sonunu görmeyeyim” diye yalvardılar.

Bilir misin erkân nedir yol nedir?

  Bilir misin Mevlâ nedir, kul nedir?

Bilir misin garip nedir kâl nedir?

           Kıyma zalim kıyma Müslim yetimlerine!

 

Ancak o haramzade, önce Muhammed’in başını bedeninden ayırıp, cesedini Fırat nehrine attı. Daha sonra da İbrahim’in başını gövdesinden ayırarak, temiz bedenini kardeşinin yanına fırlattı. Haris, bu vahşetin arkasından, çocukların başlarını alıp, Ubeydullah’ın huzuruna çıktı.

Hubeydullah: “Ey Haris! Bunlar nedir?” diye sordu.

O, Melun: “Bunlar, Müslim’in oğullarının başlarıdır!” dedi. İbni Ziyad, onların gül yanaklarına ve kokulu kâküllerine baktı ve: “Bu çocukları niçin öldürdün?” diye sordu.

         Haris: “Senin ihsanına ve iltifatına nail olmak ümidiyle öldürdüm!” diye cevap verdi. İbni Ziyad: “Ey melun! Ben Yezid’e yazdığım mektupta, bunların hapiste olduklarını bildirdim. Niçin alıp bana getirmedin?

Haris: “Halkın linç etmesinden korktum” dedi. İbni Ziyad, Ehl-i Beyt dostu olduğunu bildiği Mekatil adındaki bir kişiyi yanına çağırdı: Ey Mekatil! Bu bedbaht, Müslim’in çocuklarını öldürdü, bunu çocukları öldürdüğü yere götürüp cezasını ver ve çocukların başlarını da mümkünse bedenleriyle birleştir” dedi.

Mekatil olay yerine geldiğinde, iki ölü ve bir ağır yaralı kadını görünce, feryat etmeye başladı. Bu dehşet içerisinde elindeki başları suya bıraktı. Rivayet ederler ki, bu başlar, suya düşünce; her baş kendi cesediyle birleşti ve daha sonra da iki kardeş birbirine sarılarak suya battılar. Mekatil, bu olanlara hayret edip bakakaldı. Daha sonra da o melunun, elini ayaklarını kesip, gözlerini çıkardıktan sonra, başını da gövdesinden ayırıp, suya bıraktı. Daha sonra da köle ile çocuğun cesetlerini defnettirdi.

HZ. HÜSEYİN ŞÜKUK KONAĞINDA

Hz. Hüseyin, Kûfe bölgesine doğru ilerlerken bu olaydan habersizdi, her gün Kûfe ve Irak halkından olan çeşitli insanlarla karşılaşıyordu. Sa'lebiyye konağını arkasında bırakıp "Şükuk" ismindeki diğer bir konağa vardığında Kûfe'den gelen bir kişiyle karşılaşır, o adamdan Kûfe'nin durumunu ve oradaki insanların ne fikirde olduklarını sorar, o adam da; "Ey Resulallah'ın torunu! Irak halkı sana karşı muhalefet etmek ve savaşmak için birbiriyle birleşip anlaşmışlardır" diye cevap verdi.

İmam Hüseyin, o adamın sözüne karşılık: "İşler Allah'a mahsustur, yani olaylar O'nun emriyle vuku bulur. Dilediği ve salah gördüğü şeyi yapar. Allah-u Teâlâ, her gün bir iştedir, yani O’nun her zaman için özel bir iradesi vardır" diye cevap verdi.

 

                            MÜSLİM AKİLY İN ŞAHADETİ

Hz. Hüseyin’in kafilesi "Şükuk" konağından sonra "Zübale" konağına vardı. Bu konakta, Kûfe'deki taraftarlarından eline ulaşan bir mektup vasıtasıyla Müslim, çocukları, Hanî ve Abdullah ibn-i Yektur'un hayatlarını kaybettiklerini, resmen öğrenmiş bulunuyordu.  Bu gelen haber üzerine Hz. İmâm Hüseyin’e, Kûfe’ye gitmeyelim diyenler oldu. Hz. Hüseyin, dostlarının arasında, mektubu elinde tuttuğu halde: "Bismillahirrahmanirrahim. Allah'a hamd, Peygambere salât ve selam olsun. Bize üzücü bir haber ulaşmıştır. Bu üzücü haber Müslim ibn-i Akil, Hanî ibn-i Urve ve Abdullah ibn-i Yektur'un hayatlarını kaybettikleri haberleridir. Taraftarlarımız, bize yardım etmekten vazgeçmişlerdir. Sizden geri dönmek isteyenler geri dönebilir.

Bundan dolayı, benim üzerinizde hiçbir hakkım yoktur" diyerek, onları kendi iradelerine bırakır. Bu arada Müslim Akiyl’in diğer çocukları: “Yâ İmam! Kûfelilerden babamızın kanını almayınca kadar bizim dönmemiz mümkün değildir! Hiç kimse gitmezse bile bari biz gidelim, ya intikam alırız, ya şahadete erişiriz” dediler.

 

Tarihçi Taberi, Hz. Hüseyn’in bu teklifi hususunda şöyle diyor: Hz. Hüseyin, yol esnasında O'nun kervanına katılan kimselerin ne ümitle katıldıklarını, çok iyi biliyordu. Onlar, İmam Hüseyin’in, halkı ona uyan ve emirlerini kabul eden bir şehre gittiğini düşünüyorlardı.

İşte bundan dolayıdır ki, İmam Hüseyin, bu yolculuğun sonunun ne olduğunu ve elçi olarak gönderdiği Müslim Akiyl’in ve ona yardım eden dostlarının akıbetini, onlara açıklamıştı. Böylece bu yolculuğun sonunun ne olduğunu bilmeden onunla beraber buraya kadar gelen bu kimselerin bu seferden vazgeçmelerini istiyordu.

Hz. Hüseyin’in yaptığı bu açıklamalardan sonra kendisiyle birlikte gelen toplum, grup-grup sağa sola dağıldılar. Sonunda Hz. Hüseyin, Medine'den beri kendisiyle birlikte gelen yakın dostlarıyla yalnız kaldı."