HZ. HIZIR

  • 13 Şubat 2020, Perşembe

 

Zulmet deryasını nur edip gelen

Hızır İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir.

Garibin mazlumun halini bilen

Hızır İlyas, Şah-ı Merdan Ali’dir

 

Bir anda cevelan eder cihanı

Kalbi saf olanın dest-ü demanı

Bir ismi Behruz’dur, lisani süryani

Hızır İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir

 

Merd-i meydan eylemektir iyi er

Gafil olma kardeş çerağın söner

Her gördüğün Hızır bilmektir hüner

Hızır İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir

 

Ehl-i iman eyler, ikrar sebatı

Kendinde seyreder sıfatı zatı

Hızır ile içer ab-ı hayatı

Hızır İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir

 

Şükrü Metin Baba bu demden içer

Sakii kevserle sıratı geçer

Hızır-ı ademden arayıp seçer

Hızır İlyas Şah-ı Merdan Ali’dir

 

     Kur’an da (El Kehf suresi 60-82) ayetlerde Hz. Musa, ile Hz. Hızır (a.s) ın, yolculuğunu anlatır. Burada açık olarak Hızır denmez; “kullarımızdan bir kul” diye tarif edilir. (Kehf suresi 60 ayette) “Bir zaman Musa, genç dostuna şöyle demişti: iki denizin birleştiği yere kadar hiç durmadan yürüyeceğim yahut da seneler seneler harcayacağım.” Musa (a.s) kendinden daha başka bilgili biri olup olmadığı sorulunca yok cevabını vermişti. Cenab-ı Hakk kendisinden daha bilge bir kimse olduğunu haber verince  Hz. Musa KULLARDAN BİR kul diye yad-edilen O yüce zatı aramak için genç arkadaşıyla (Yeşu) birlikte yola çıkar. Hiç durmadan yürüyeceğini, o kulu bulacağını ifade eder. Hz. Musa Nübüvvet sahibi bir peygamber, ama hz. Ğızır ise Nebi ve veli Olduğu Yâd edilen O yüce Veliyi aramaya çıkmıştır. İki denizin birleştiği yer  madde ve mananın birleştiği yerdir. Nübüvvet zahir ilmi, Hızır İse ledünni ilmi temsil etmektedir.(Kehf 65) “Orada, kullarımızdan bir  kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfümüzden bir ilim öğretmiştik.” (Kehf 66) “Musa ona dedi ki: sana öğretilenden bana da bir olgunluk bilgi öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?”

          O kullardan bir kuldur yani bir velidir. Ledün ilmine sahiptir. Hz. Muhammed, veliler şahı Hz. Ali hakkında “İlmin onda dokuzu Ali’dedir. Geriye kalan birisini de bütün insanlıktan daha fazla bilir.” demiştir. Yine “Ben İlmin şehriyim Ali kapısıdır. Her kim şehre girmeyi dilerse kapısından gelsin demiştir. Dolayısıyla Hz Ali’ye tabi olmayanlar delalette kalmıştır. Hz. Musa dahi nübüvvet sahibi bir peygamber olduğu halde ledünni ilmi öğrenmek için Hz. Hızır (a.s) tabi olmuştur. Veliler şahı ise Hz. Ali’dir. Dolayısıyla teslim olunanların Şahı’dır.  Velilerin ilmini beşerin havsalası almaz. Onun için Hallacı Mansur, Seyit Nesimi gibi nice velileri beşer anlamadığı için katletmiştir. Hz. Hızır nübüvvet sahibi bir peygambere “Doğrusu sen benimle beraberliğe dayanamazsın havsalanın almadığı bir şeye nasıl tahammül edersin.” (Ayet 67 / 68) Hz. Musa “İnşallah beni sabırlı bulacaksın; hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim. Dedi bak eğer bana uyarsan, ben sana kendisinden bahis açıncaya kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!”   (Kehf 69/ 70) 

     Bu ayette  teslimiyeti görüyoruz. Kur’an da ki bu kıssadan biraz ders alınmış olsaydı Veliler Şahı Hz. Ali’ye teslim olmakta bir an tereddüt olunmazdı. Hz Muhammed Gadir Hum’da “Ben kimin Mevlası isem  Ali’de onu Mevlasıdır. Ya Rabbi Ali’yi seveni sende sev. Ona düşman olana sende düşman ol. Ona yardım edene sende yardım et.” demiştir. Eğer  Hz. Muhammed’e itaat ve hürmet edilmiş olsaydı. Hz. Ali’nin hakkına ve hukukuna riayet edilmiş olurdu. Fakat iman etmiş görünenlerin hakikatte iman sahibi olmadıkları yaşanan olaylarla birlikte aşikar oldu. Hızır ve Musa kıssası teslimiyetin bir ifadesidir. “ İkisi birlikte yola koyuldular. Bir süre sonra gemiye bindiklerinde, tuttu gemiyi deldi. Musa dedi içindekileri boğmak için mi deldin onu? Vallahi korkunç bir iş yaptın! Hızır ben söylemedim mi sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın! ” ( Kehf 71/72) Burada görüyoruz ki hikmetini bilmediğimiz bir şeye karşı çıkmamayı anlıyoruz.

          Hızır (a.s) uyarmıştı, Hz. Musa’ya aklının almayacağı bir işe takat getiremeyeceğini bildirmişti. Hz. Musa “Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk çıkarma. Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rast geldiler; tuttu onu öldürdü. Musa dedi: tertemiz bir insanı bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha! Vallahi çok kötü bir iş yaptın!” (Kehf 73/74) Buradagörüyoruz ki velayet ehline tam bir teslimiyet gerekir. (Şura suresi 23 ayette)  “Allah’ın iman edip hayra ve barışa yönelik iyi işler yapanlara müjdelediği işte budur. De ki: ben buna karşılık sizden Ehl-ı Beyt’ime mutlak bağlılık ve sevmeniz dışında sizden bir şey istemiyorum…”  Velayetin şahı Hz. Ali (k.v) bağlılık, Hz Muhammed’e  bağlılıktır.   

          Velilerin hikmetini cüzi akıllar anlamaktan acizdir. Yolculuğun devamında Hz. Hızır “Dedi: Ben sana söylemedim mi, sen benimle beraberliğe asla dayanamazsın. Hz. Musa dedi ki: bundan sonra sana sorarsam bana arkadaşlık etme. Vallahi öyle bir durumda benden ayrılmakta mazur sayılacaksın. Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler Hızır yıkılmakta olan duvarı düzeltti. Musa: İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın, dedi. ” 

      Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın yolları burada ayrılıyor; fakat, bu olayların hikmetini Hz. Hızır şöyle açıklıyor. “Gemiden başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir korsan vardı; tüm gemilere zorla el koyuyordu.” (Kehf 79)

       Gemiden kasıt vücut gemisidir. Gemileri zorla gasp eden korsan nefsi emmare korsanıdır. Nefsi emarenin askerleri kin, kibir, gazap, öfke gibi duygulardır. Hızır beden gemisini nefsi emmare korsanından kurtarmıştır. İkinci vaka çocugun öldürülmesi konusu şöyle açıklanmıştır. “Oğlan çocuga gelince onun anası, babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve

inkara sürüklemesinden korktuk. Diledik ki Rableri onlara o çocuktan temizlikçe daha üstün, merhametçe daha gelişmişini versin.” (Kehf 80/81)  Oğlan çocuğunun öldürülmesi ise yine kötü nefsin emaresi olan (nefs-i emmare’dir). Bu nefis tıpkı şımarık çocuk gibi,  kişiyi  inkara, azgınlığa sürükler. Çünkü nefs ayette belirtildiği üzere “Ben nefsimi temize çıkaramam çünkü nefsim Allah’ın bana merhamet ettiği durumlar haricinde olanca gücüyle kötülüğü emreder.” demiştir.”  Çocuğun öldürülmesi yerine daha hayırlı bir çocugun verilmesi ölmezden evvel ölmeye atıftır. Hz. Muhammed “Ölmeden evvel ölünüz.” demiştir. Nefsi emare denen o şımarık, çocuğunu katletmek gerek buna atıf olarak Mısr-i Niyazi “Eğer öldürmezse oğlanı sonu fasit olur./bu bağın bülbülü aşk ödüne pervane gerek.” diyerek atıfta bulunmuştur.

        Hz. Hızır yıkılmak üzere olan duvar içinde şunları söylemiştir. “Duvar o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait bir define vardı. Oğlanların babası da hayır ve barışı seven bir kimse olarak yaşamıştı. Rabbin istedi ki o oğlanlar erginliklerine ulaşsınlar da Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendi buyruğumun sonucu olarak yapmadım. İşte senin sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin iç yüzü budur.” (Kehf -82 ) 

      Buradaki düzeltilen duvar ahlak duvarıdır. Bu duvar düzelmedikçe kişi erginliğe eremez. Ve o duvarın altındaki hazine bulunamaz. Hz. Hünkar Hacı Bektaş Veli “Hararet nardadır sacda değil, keramet baştadır tacda değil, her ne arar isen kendinde ara, Kudüs’te Mekke’de hacda değil.”demiştir. Ahlak duvarı düzelirse insan da düzelecektir. Ve kişi ahlaki olgunluğa erdiğinde, duvarın altında ki hazine bulunacak, kişi kendi nefsine agah olacaktır. Yine Mevlana

 “A yürüyüp giden Sufi! Beden dağında bir mücevher var ara, ara bütün gücünle ara, ara ama dışarıda değil kendinde ara” demiştir. Muhabbetimizi burada noktalayarak hepinize aşk-ı niyaz ediyoruz ve sevgilerimizi sunuyoruz.

     Ve bizler evvela kendi nefsimize hakim olup o duvarı düzeltmedikçe, hz. İmam ali cenabı mürtezaya nazil olunan İnsan suresindeki o yüce ayrtleri kendi yaşantımıza yansıtmadıkça, her gün aç kalsak bile nafile.

     Ne diyor insan suresi hep birlikte okuyalım? 

İnsan suresi 8—9—10—Ayetleri buyurur ki! “Onlar ki, ihtiyaç sahiplerini öksüzü, yetimi, esiri seve seve doyururlar, onlar hem dünyevi rızkı, hem dem ilahi hakk kelamını ayırım gözetmeksizin bahşederler.

     “Onlar şöyle derler! Biz aslında Allah’ın yüce emri ve şanı için sizleri doyuruyoruz, bunun için de sizlerden ne bir karşılık ne de, bir teşekkür beklemiyoruz” ...yani sizlere verdiklerimiz hakkın emri iledir sakın kendinizi bize borçlu da hissetmeyin bu İnsanlığın en yüce değeridir derler.

    “çünkü biz O suratları asan kara günde yani hesapların sorulacağı günde, Rabbimize vereceğimiz hesaptan korkarız”

     Zira o gün diklenen başlar eğilecek ve günahkârların Başları’nın düşeceği, sert basan ayaklar kırılacağı, yüzleri pek ziyade çirkin sarkıtacağı, suratsız bir kara günden korkarız (derler)

     Yüce Rabbim bizleri Ehli-Beyti’in ahlakından İmam Ali Cenabı Mürtezanın Hakkaniyetinden, hz. Hızırın bereketinden ve birliğinden ayırmasın.

Hızırın canlılığı, bereketi hanemize nasip ola evlat isteyenlere hayırlı evlatlar nasip eyleye aşk ile hü...