HZ. HÜSEYİN’İN BASRA HALKINA SÖYLEDİKLERİ (7. Gün)

  • 06 Eylül 2019, Cuma

Tarihçi Taberi'nin naklettiğine göre Hz. İmam Hüseyn, Mekke'ye vardıktan sonra, Basra şehrindeki Malik b. Mesmei, Mes'ud b. Amr ve Münzir b. Carud gibi kabile reislerine, birer mektup yazdı. O mektupların meali şöyle idi: "Allah'a hamd, Peygamber'e salât ve selam olsun. Allah-u Teâlâ Muhammed'i, insanların arasından seçti. Peygamberliği O'na ikramda bulundu... İnsanları hidayete davet ettikten ve kendisine verileni halka ulaştırdıktan sonra, O'nun ruhunu aldı. Biz de O'nun ailesi, evliyası ve varisleri idik ve insanlar arasında O'nun makamına daha lâyık olan kişilerdik.

Fakat iktidar ve dünya saltanatına tapmış olan bir grup, öne atılıp bu hakkı bizden aldılar. Bizim bu hakka, onlardan daha lâyık ve daha üstün olduğumuzu bildiğimiz halde, Müslümanların arasında fitne, ihtilaf ve ayrılık çıkmaması, düşmanın, onlara musallat olmaması için bu duruma karşı koymayıp, Müslümanların rahatını kendi makamımıza tercih ettik. Kendi elçimizi sizin tarafınıza gönderip sizi, Allah'ın kitabına ve Peygamber’in getirmiş olduğu İslami uygulamalara davet ediyorum.

Zira Peygamber’in getirmiş olduğu İslami kurallar ortadan kaldırılmış, yerine bid'at getirilmiştir. Eğer sözümü kabul eder ve beni dinlerseniz, ben de sizi doğru yola hidayet ederim.

Hz. İmam Hüseyin, bu mektubunda Basra halkının, İslam'a muhalif olan düzene karşı mücadelesi hususunda kendisine yardım etmeye davet etmenin yanı sıra Ehl-i Beyt'in makamını, İslam dininin tahrife uğradığını ve başlatmış olduğu bu hareketin asıl hedefini, ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.

HAZRETİ HÜSEYİN’İN MEKKE’DEKİ SON HUTBESİ

         Hac mevsimi nedeniyle İslam dinine mensup insanlar, grup grup Mekke'ye geliyorlardı. Bu durumu bir fırsat olarak gören Yezid, İmam Hüseyin’i gafil avlayıp öldürmek için Amr İbni As’ı görevlendirmişti.  Amr İbni As, sözde hac emiri, unvanı altında Mekke’ye gelmişti. İmam Hüseyin, bu komplodan haberdar olunca, Kutsal Kâbe’nin ve Mekke'nin korunması, kan dökülmemesi için hac merasimine katılmadan,  hac görevini Umre'ye çevirip, Zilhicce ayının sekizinci günü Mekke'den Irak'a doğru hareket etti. Fakat hareket etmeden önce Beni Haşim ailesi ve Mekke'de ikamet ettiği müddet içerisinde, dostlarına ve kendisine katılan Ehl-i Beyt taraftarlarına şu hutbeyi irad ettiler: "Bütün hamdlar Allah'a mahsustur. Allah, neyi dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah'tandır. Allah'ın salât ve selamı O'nun Resulüne olsun."

Hz. Hüseyin, daha sonra şöyle buyurdu: "Gerdanlık, kızların boynuna yakıştığı gibi,  ölüm de insanoğluna yakışır.

Yakup Peygamber’in Yusuf’u görmeyi arzu ettiği gibi ben de atalarımı görmeyi arzu ediyorum. Bana, varacağım bir katligah tayin edilmiştir.

Allah'ın Levh-i Mahfuz’da yazılmış olduğu böyle bir günden kurtuluş yoktur. Allah'ın razı olduğu şeye, biz Ehl-i Beyt de razıyız. O'nun imtihanı karşısında sabır ve istikamet gösteriyoruz. O da sabredenlerin sevabını, bize verecektir. Resulallah'ın bedeninin parçası olan evlatlar, O'ndan hiçbir zaman ayrı düşmeyeceklerdir. Cennette de O'nun yanında olacaklardır.

ABBAS’IN OĞLU ABDULLAH’IN HZ. HÜSEYİN’E TEKLİFİ

Hz. İmam Hüseyin, Mekke'ye geldiğinde Abbas’ın oğlu Abdullah, geleneksel Umre görevlerini yerine getirmek ve şahsi işlerini yapmak için Mekke'de bulunuyordu. Hz. Hüseyin’in Mekke'ye geldiği ilk günlerde o da Medine'ye dönmeye karar verdi. Ancak, gitmeden önce, İmam Hüseyin’in huzuruna gelip O'na Yezid ile sulh ve biat etmesini teklif etti.  Abdullah,  sözlerine şu cümleyle başladı: "Ya Hüseyin! Senin ayrılığına dayanmak istiyorum, fakat gerçekten dayanamıyorum. Çünkü senin, çıktığın bu yolculukta öldürülmenden, çocuklarının da düşmanın eline esir düşmelerinden endişe ediyorum. Irak halkı, sözlerinde durmayan insanlar oldukları için onlara itimat edilmemelidir."

Abdullah, sözlerine şöyle devam etti: "... Eğer Irak halkı, açıkladıkları gibi gerçekten seni istiyor ve Yezidin hükümetine de karşı iseler, ilk önce düşmanları olan Yezid'in valisini kendi şehirlerinden dışarı çıkarmaları ve kovmaları gerekir... Eğer Mekke'den çıkma hususunda ısrar ediyorsan o halde Yemen'e doğru hareket etmen daha hayırlıdır.”

 Ancak Abdullah, Hz. İmam Hüseyin’in Küfe’ye gitmek için kesin karar verdiğini anlayınca: “Anladım ki gideceksin, hiç olmazsa Yemen taraflarına git oraları daha güvenlidir” dedi. 

O vakit Hz. Hüseyin: “Ya Abdullah! Hikmetin gizli sırlarına akıl ermez, kader beni Irak topraklarına çekmektedir” dedi. Abdullah’tan sonra Muhammed Hanifi, Abdullah’ın oğlu Ömer ve Abdullah’ın oğlu Zübeyir’in de yalvarmaları, İmam Hüseyin’i kararından döndürmedi. Çünkü o, gerçekleri öğrenmişti ve kendisini bu yolculuktan alıkoymaya çalışanlara: “Ey benim sadık dostlarım! Bu gece rüyamda dedem Hz. Muhammed’i gördüm.”

Dedem: “Ey Hüseyin! Sakın Küfe’ye gitmeyi geciktirme. Çünkü ululuk tahtının sultanı olan Hazret-i Allah, seni o topraklarda, tozlara ve kanlara bulanmış olarak görmek ister ve meleklere, senin sabırda gösterdiğin kemal mertebesini bildirip; itaatinin derecesini göstermek diler” diyerek, rüyasında Hz. Peygamber’in kendisine söylediklerini nakletti.

HZ. HÜSEYİN’İN KERBELA YOLUNDAKİ SÖZLERİ

Irak seferinden vazgeçmeyi, Hz. Hüseyn'e teklif eden kişilerden beşincisi Arapların meşhur şairi Ferezdak'tır. Hz. Hüseyin, Mekke'den Irak'a doğru hareket ettiği zaman, Ferazdak da hac farizasını eda edebilmek için Mekke'ye doğru geliyordu.

Merhum şeyh Mufid, Ferazdak'ın kendisinden şöyle naklediyor: "Ben Hicri. 58. yılda annemle birlikte hac farizasını eda edebilmek için Mekke'ye gidiyordum. Harem'in yakınlarına vardığımda... Irak'a doğru giden Hz. Hüseyn'in kafilesi ile karşılaştım ve hemen huzuruna çıktım.

Selam verip hâl hatır sorduktan sonra: "Ey Resulallah'ın torunu!... Hac farizasını eda etmeden Mekke'den böyle acele olarak çıkmanızın sebebi nedir?" diye sordum. Hz. Hüseyin: "Eğer acele etmeseydim beni yakalayacaklardı." buyurdu.

Ferazdak, daha sonra şöyle devam ediyor:"... İmam bana: "Irak halkının, mevcut durumları nedir? diye sordu. Ben de ona: "Durumu bilirkişiden sorup öğrenmek istiyorsunuz.

Biliniz ki “Halkın dilleri sizinledir; ancak kılıçları aleyhinizedir. Mukadderat Allah'ın elindedir, dilediği şekilde yapar." dedim.

Hz. Hüseyin: "Doğru söyledin, mukadderat Allah'ın elindedir. Eğer mukadderat dediğimiz olay,  dilediğimiz şekilde olursa Allah'a nimetleri karşısında şükrederiz; şükretmek için yardım dilenen de O'dur.

Eğer işlerimiz dilediğimiz şekilde gitmezse, yine de niyeti hak ve batını takva olan bir kimse, doğru yoldan çıkmamıştır." İmam Hüseyin’in sözü tamamlandığında Ferezdak: "Evet, sözünüz doğrudur, önünüze hayır çıksın." dedim ve daha sonra vedalaşıp ayrıldık.

HZ. HÜSEYİN’İN KÛFE HALKINA İKİNCİ MEKTUBU

Hz. Hüseyin,  Küfe yolu üzerindeki  "Hacir" adındaki konağa vardığında, Müslim b. Akil'e ve Kûfe halkına bir mektup yazdı ve “Kasys b. Müsehher-i Saydavî" vasıtasıyla gönderdi. Mektubun mahiyeti şöyle idi: "Allah'a hamd, Peygambere salât ve selamdan sonra. Bize yardım etmek ve hakkımızı talep etmek için toplanmış olduğunuzu bildiren Müslim b. Akil'in mektubu bana ulaştı. Allahu Teâlâ’dan hepimize güzel ihsanda bulunmasını ve bu ittihada karşı da size en büyük sevapları lütufta bulunmasını niyaz ederim. Ben de Zilhicce ayının sekizi, salı günü Mekke'den ayrılıp size doğru hareket ettim. Elçim size ulaştığında, işlerinizi süratle düzene koyun. Ben de bu bir kaç gün içerisinde gelip size ulaşırım." 

HAZRETİ HÜSEYİN NE İÇİN KÛFE’Yİ TERCİH ETTİ?

Eğer İmam Hüseyin, Kûfe halkının davetini önemsememiş olsaydı ve bu facia farklı bir şekilde gerçekleşseydi, o zaman Kûfe halkından yüz bin kişi “Hz. İmam Hüseyin, neden bize sığınmadı, eğer bize sığınsaydı, biz onun yanında olurduk ve onu korurduk” diyeceklerdi. Yine Hz. İmam Hüseyin, bunca mektup ve istekler karşısında, Irak ve Kûfe seferinden vazgeçseydi, makûl bir mazereti olur muydu? Eğer Kûfe halkı, "Biz Hz. Hüseyin'in yolunda can ve malımızdan geçmeye hazırdık." iddiasında bulunsalardı veya "Bize önderlikte bulunması için İmam Hüseyin'e rica ettik, fakat o bizim isteklerimize itina göstermedi" deselerdi, İmam Hüseyin de onlara. "Ben sizin bana karşı vefasız olacağınızı bildiğim için isteklerinize olumlu cevap vermedim" demesi, ikna edici bir cevap olur muydu? Kûfe halkı, “Biz davetimizde samimiydik, sana karşı vefalı da kalacaktık" iddiasında bulunmazlar mıydı?

Başka bir ifadeyle, İmam Hüseyin, burada tarihin kavşak noktasında bulunuyordu. Öyle ki İmam Hüseyin, Kûfe halkının isteklerine olumlu cevap vermezse, tarihin karşısında mahkûm olacaktı. Tarih, şartların oldukça elverişli ve müsait olduğuna, ama İmam Hüseyin’in bu mühim fırsattan istifade etmediğine veya etmek istemediğine, ya da korku ve vahşet sebebiyle bu meseleden el çektiğine hükmedecekti.

HZ. HÜSEYİN NEDEN KÛFE’Yİ SEÇTİ, SORUSUNUN CEVABI

İmam Hüseyin niçin Kûfe’yi tercih etti sorusunun cevabı çok açık ve anlamlıdır. İmam Hüseyin, hem kendisini, hem ailesini hem de insani ve İslamî değerleri korumak amacıyla, Kûfelilerin yapmış oldukları daveti, çok samimi bulmamasına rağmen kabul etti. Yakınlarının Kûfe’ye gitmemesi hususundaki ısrarlarına rağmen, onun Kûfe’de ısrar etmesinin en önemli sebeplerinden birisi de daha sonra tarih önünde neden, niçin soruları karşısında zor durumda kalmaması idi.  Bir taraftan da Medine ve Mekke’nin dışında kalmak ve buralarda bulunan İslamî ve insanî değerlere zarar gelmesini önlemekti.

Yine İmam Hüseyin, Yezid’e biat etmeyip, bu yolu seçmekle hem Kûfelilerin istekleri doğrultusunda hareket etmiş oluyor; hem de Yezid’in gerçek yüzünü göstermiş oluyordu. Yargılamayı tarihe bırakıyordu ve öyle de olmuştur.

İmam Hüseyin, İslam ve insanlık uğruna kendisini, kendi arzularıyla dostlarını, ehlini-âyalini tehlikeye atmak zorunda kalmıştı. Bu hareketiyle İmam Hüseyin, süt emen çocuğuna kadar tüm yakınlarına kast edenleri ve Muhammed soyuna reva görülecek olan bu zulmü, bir-bir, safha-safha gözler önüne serip gösterecekti. Böylece Ümmeyye oğularının, sözde inanmış görünenlerin zulümlerini, tarihe kanlı bir sayfa olarak geçirecekti ve öyle de olmuştur.

Şimdi gelelim işin bir başka yönüne: Hz. İmam Hüseyin, Kûfe’ye gitmek için kesin karar verdiğinde Abbas’ın oğlu Abdullah: “Anladım ki gideceksin, hiç olmazsa Yemen taraflarına git oraları daha güvenlidir” dedi.  O vakit Hz. Hüseyin: “Ya Abdullah! Hikmetin gizli sırlarına akıl ermez, mukadderat beni Irak topraklarına çekmektedir” dedi. Abdullah’tan sonra Abdullah’ın oğlu Ömer ve Abdullah’ın oğlu Zübeyir’in de yalvarmaları, İmam Hüseyin’i kararından döndüremedi.

Çünkü o, gerçekleri öğrenmişti ve kendisini bu yolculuktan alıkoymaya çalışanlara: “Ey benim sadık dostlarım! Bu gece rüyamda dedem Hz. Muhammed’i gördüm.”

Dedem: “Ey Hüseyin! Sakın Küfe’ye gitmeyi geciktirme. Çünkü ululuk tahtının sultanı olan Hazret-i Allah, seni o topraklarda, tozlara ve kanlara bulanmış olarak görmek ister ve meleklere, senin sabırda gösterdiğin kemal mertebesini bildirip; itaatinin derecesini göstermek diler” diyerek, rüyasında Hz. Peygamber’in kendisine söylediklerini nakletti. Bunun dışında İmam Hüseyin’in Kerbela’da şehit olacağına dair Hz. Peygamber’imizin naklettiği pek çok hadis vardır.

İmam Hüseyin, dünya saltanatı ve zalimleri önünde eğilmeyerek, taşıdığı asil kanını, Allah yolunda akıttı ve zalimin önünde aman dilemeyerek; gelecek nesillere bir ibret dersi verdi. İmam Hüseyin: “Ölüm, utanca düşmekten yeğdir, utanç ise ateşe girmekten beterdir” diyerek, duygularını böyle dile getiriyordu.

İmam Hüseyin, bu asil davranışı ile dedesi Muhammed Mustafa’nın ve babası Aliyye’l- Murteza’nın yakmış oldukları meşalenin günümüze kadar hiç sönmeden gelmesini sağlamıştır. Kerbelâ olayı, bir hilâfet meselesi gibi görünse de, Kerbelâ olayı, aslında hayrın ve şerrin kavgasıdır; yani mazlumla zalimin kavgasıdır.

HAZRETİ ZEYNEB’İN OKUDUĞU ŞİİR

Hz. Hüseyin,  Kûfe yolu üzerindeki  "Hüzeymiye" ismindeki konağa vardı ve bir gün orada kalıp dinlendi. İşte bu konakta, Hz. Zeyneb,  sabah erkenden kardeşinin huzuruna gelip: “Kardeşim, bu iki beyitlik şiir sanki gayıptan bana ilham oldu ve daha çok ıstırap ve üzüntüme yol açtı” dedi. Şiiri okudu:

Ey göz, yaşla dolup taş, ağla ağla durmadan.

Çünkü kim ağlayacak, şehidlere sonradan.

Ağla o kervana ki, takdir ile yürüyor.

Ahde vefa etmeye, ölüm onu sürüyor.

 

İmam Hüseyin, bacısı Zeyneb-i Kubra'nın bu anlamlı şiirine, tek bir kısa cümleyle iktifa etti: "Ey bacım! Allah'ın takdir ettiği şey mutlaka vuku bulacaktır."

                HZ. HÜSEYİN AKABE VADİSİND

Hz. Hüseyin’in kafilesi, "Zübale" konağından hareket ettikten sonra "Akabe vadisi" ismindeki diğer bir konağa vardı. İbn-i Kuleveyh'in İmam Sadık'dan naklettiğine göre İmam Hüseyin, bu konakta iken gördüğü bir rüyayı ashabına ve dostlarına şöyle nakletti: "Rüyamda kendimi,  maktül görüyorum,  yani beni öldürecekler.  Çünkü rüyamda birkaç köpeğin bana saldırıp ısırdığını gördüm, onların en çok saldıranı ve kötüsü ise alaca renkli olanıydı."

Har İbni Riyahi, üç gündür çöllerdeydi, Yezid’in görevlendirdiği askeri müfrezenin komutanıydı. Akşama doğru, çölün sakin ve tenha ufuklarında Ehl-i Beyt kervanını görmüşlerdi. İmam Hüseyin’in kervanı, gelip bir kuyunun başında konakladılar. Har, kervana doğru ilerledi ve İmam Hüseyin ile karşılaştı.

İmam Hüseyin: “Ben Resûlü Ekrem’in torunu, İmam Ali’nin oğlu İmam Hüseyin’im, ya sen kimsin?” diye sordu.

Har ibni Riyahi: “Ya İmam! Ben Har bin Riyahi’yim” diye cevap verdi. İmam Hüseyin: “Ya Hür! Bana yardıma mı geldin? Yoksa benimle çarpışmağa mı?” diye sordu.

Har: “Ya İmam! Übeydullah bin Ziyad tarafından senin yanında bulunmağa ve senin Küfe’den bir başka yere gitmene müsaade etmemeğe memurum ve yarın sabah seni Küfe’ye götüreceğim” dedi.

İmam Hüseyin,: “Ey Har! Biz ne yaptık ki, bu zulüm bize reva görülür? Siz ki Küfe halkısınız, bana pek çok mektuplar gönderip, muhabbetinizi arzedip, “Uyacak bir İmamımız yoktur” diye benim burada bulunmama lüzum gösterdiniz, hâlâ bu kararda iseniz, ben üzerime düşeni yaptım. Siz de kendinize düşeni yerine getirin” dedi.

O vakit Har: “Ey Ali oğlu Hüseyin! Benim bu bahsettiğin mektuplardan haberim yoktur” dedi.

         Bu arada Küfe tarafından atlı gelip Har’a bir mektup verdiler. Mektup, Übeydullah bin Ziyad’dan geliyordu ve mektupta: “Ey Har! İmam Hüseyin’e hangi konak yerinde erişirsen, derhal kendisiyle görüş ve onu bu taraflara getir” deniyordu.

Har, mektubu İmam Hüseyin’e okuduktan sonra, gözlerini tek tek bu mazlum ve perişan ailenin üzerinde gezdirip, mahzunlaştı. Daha sonra: “Ne yapmamı istersiniz?” dedi.

İmam Hüseyin: “karar senin” dedi.

O vakit Har: “Ey Haşimi Peygamberi’nin can varlığı! Ben şu dakikada nasıl hareket edeyim? Eğer seni serbest bıraksam Übeydullah bin Ziyad’dan korkarım. Seni yakalayıp götürsem, Allah’tan korkarım.  Fakat Allah korkusu, Ziyad’ın korkusundan üstündür” dedikten sonra şu teklifi getirdi: “Ben derim ki, harem kadınlarını askerlerden uzaklaştırma bahanesiyle, sizin kafileniz, bizim ordumuzdan biraz uzaklaşsınlar. Gece karanlığı basınca da ne tarafa gitmeyi isterseniz, gidersiniz” dedi

Bu sırada dörtnala bir atlı yaklaşıp, Har’a bir mektup uzattı. Har, mektubu okudu. Mektup İbni Ziyad’tan geliyordu. İbni Ziyad, onu görevden almıştı, Har çaresizdi. Hz. İmam Hüseyin, hikmetin sırlarını açığa çıkarmak için, Har’ın yaptığı teklifi uygun bulup, bulundukları yerden bir miktar uzaklaştılar. Bütün gece yol aldılar, sonra bir durakta durdular. Daha ileri gidemediler. Hz. İmâm Hüseyin, bindiği atı kamçıladı ve atı hareket ettirmek istedi ise de at hareket etmedi.

Hz. İmâm Hüseyin: “Ey bu menzilleri ve konakları bilenler, bu menzil neresidir, biliyor musunuz?” diye sordu.

Oradakiler: “Burası Mariye mevkidir!” dediler.

Hz. İmam Hüseyin: “Buranın belki başka bir adı daha varmı?” dedi. Oradakiler: “Bir adı da Kerb-bela”dır, dediler.

Hz. İmâm Hüseyin: “Allahuekber!” dedi. “Burası Kerb ve Belâ, yani Hüzün ve Belâ yeridir!” dedi.

Bu adı duyunca Hz.İmâm Hüseyin’in gözleri yaşardı: “Allah’ım” dedi. “Kerbden ve belâdan sana sığınırım; burası ineceğimiz yer; kanımızın döküleceği yer; kabirlerimizin bulanacağı yer. Bunu bana ceddim Resulallah haber vermişti” dedikten sonra Zül-Cenah adlı atından yere indiler. Hz. İmâm, ayaklarını yere basınca o topraktan bir toz kalkıp, mübârek yüzlerine kondu.