Pir Sultan Abdal

  • 07 Haziran 2021, Pazartesi

PİR SULTAN ABDAL

 

Şu Kanlı Zalim Ettiği İşler 
Garip Bülbül Gibi zar eyler Beni 
Yağmur Gibi Yağar Başıma Taşlar
İlle Dostun Bir Fiskesi Yaralar Beni.

Dar Günümde Dostum Düşmanı Beli Oldu 
Bir Derdim Var İdi Şimdi El Oldu 
Ecel Fermanı Boynuma Takıldı 
Gerek Vura Gerek Asalar Beni.
 

Pir Sultan Abdalım Can Göye sığmaz 
Haktan Emir Olmazsa Rahmet Yağmaz 
Şu Ellerin Taşı Hiç Bana Değmez 
İlle Dostun Bir Gülü Yaralar Beni

 

Hızır adlı bir genç de Pir Sultan’ın adını duyup ondan feyiz almak için gelen köylülerden biridir.

Hızır, Sivas’ın Hafik ilçesinin Sofular köyündendir. Köyündeki insanların ve yaşamın bozulması nedeniyle gelip Banaz’a yerleşir; Pir Sultan Abdal’a kapılanır. Hızır’ın Pir Sultan Abdal’a hizmeti ve müritliği yedi yıl sürer.

 

Yedi yıl sonra Hızır, Pir Sultan Abdal’dan himmet ister. “Pirim bana himmet edin, ruhsat verin, büyük adam olayım.” der.

Pir Sultan Abdal da ona “Ben sana ruhsatı da himmeti de veririm Hızır.” der. “Ama sen gidip te büyük adam olunca, Vezir, Paşa olunca gelip beni asarsın.”

Böyle der ama duasını eksik etmez. İstanbul’a yolcu eder Hızır’ı.

Hızır İstanbul’da saraya gider ilerler, paşa rütbesi alır ve Sivas Valiliği’ne gönderilir. Vali olunca tüm inanıcını, ikrarını unutur. Yoksulları ezmeye, onlara zulmetmeye, haram yemeye başlar. Hak gözetmez, namus bilmez bir  Vali olur.

 

Artık adı Hızır Paşa olan Hızır’ın Sivas’ta Kara Kadı ve Sarı Kadı adlı iki kadısı vardır. Bu iki kadı da aldıkları rüşvetlerle, haklıları haksız çıkarmakta, adaletsizlikleriyle ünlüdürler. Yoksul halkın bu iki kadıdan çekmediği kalmamıştır.

Pir Sultan Abdal da iki köpeğine Sarı Kadı ve Kara Kadı adlarını vermiştir.

Pir Sultan Abdal köpeklerini Kara Kadı, Sarı Kadı diye çağırınca, düşmanları gidip iki kadıya söylerler. Adlarının köpeklere verildiğini duyan kadılar, kızıp küplere binerler. Hemen Pir Sultan Abdal’ı tutuklatıp Sivas’a, huzurlarına getirirler. Köpeklerinin adlarını sorarlar.

 

Pir Sultan Abdal gerçeği yadsımaz. “Evet” der. “Benim köpeklerimin adı Kara Kadı ve Sarı Kadı’dır. Ama onlar sizden daha iyidir. Çünkü benim köpeklerim haram yemez.”

“Köpeklerinin haram yemeyeceğini nereden biliyorsun?” diye sorarlar.

Pir Sultan Abdal “İsterseniz deneyin” diye yanıt verir.

Denemeye karar verirler. İlin ileri gelenleri toplanır ve bir kaba haram, bir kaba haram olmayan yemek hazırlarlar. Kapları işaretleyip kadıların huzuruna getirirler. Kara Kadı ve Sarı Kadı önlerine konan haram yemeği bir güzel yerler.

Sonra aynı biçimde köpekler için yemek hazırlanır. Pir Sultan Abdal’ın Kara Kadısı ile Sarı Kadısı ise, içinde haram yemek olan kabı bir kez kokladıktan sonra yemeyip haram olmayan yemekten yerler. Böylece ilin ileri gelenleri kadıların haram yediklerini öğrenirler. Bunun üzerine Pir Sultan Abdal da “iyi köpek kötü kadıdan efdaldır (yüksektir, erdemlidir).” diyerek köpeklerin gözlerini öper, sonra da sazını eline alıp şu demeyi söyler. 

 

Kocabaşlı koca kadı

Sende hiç din iman var mı?

Haramı helali yedin

Sende hiç din iman var mı?

 

Pir Sultan’ım zatlarımız

Gerçektir şöhretlerimiz

Haram yemez itlerimiz

Bu sözümde yalan var mı?

 

Bu demeyi de dinleyen kadılar başlarını yere eğerler ve çaresiz Pir Sultan’ı serbest bırakırlar.

Bu olaydan kısa bir üre sonra Sivas Valisi Hızır Paşa adı Koca Başlı Kör Müftü olan İl müftüsünden bir fetva alır. Bu fetvada “Şahın adının yasaklandığı, Şah diyenlerin dillerinin kesilip öldürülecekleri...” söylenir. Tellallar meydan meydan, sokak sokak gezip bu fetvayı duyururlar.

Bununla da yetinmez Pir Sultan. Her gittiği yerde fetvaya karşı çıkar. Nereye gitse Şah’ı över. Bunun için ölümü de göze aldığını duyurur hep. Yeni yeni demeler söyler:

 

Padişah katlime ferman dilese

Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan

Cellatlar karşımda satır bilese

Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan

 

Pir Sultan Abdal’ım derim vallahi

Ölsem terk eylemem piri billahi

Huzur-u mahşerde dilerim Şah’ı

Yine geçmem ala gözlü Şah’ımdan.

 

            Muhbirler ve münafıklar, Pir Sultan’ın bu dediklerini hemen Hızır Paşa’ya yetiştirirler. “Senin fermanını da müftünün fetvasını da dinlemiyor bu adam” derler. “Her gittiği yerde Şah’tan söz ediyor”

Hızır Paşa’da askerlerini gönderip Pir sultan Abdal’ı Sivas’a getirir. Eski Piri’ne saygıda kusur etmez. Fetvadan, Pir’in demelerinden hiç söz etmez. Siniler içinde nefis yemekler sunar Piri’ne. Ama Pir Sultan yemeklere elini sürmez. Hızır Paşa Piri’nin yemeklere elini sürmediğini görünce sorar:

“Pirim, yoldan geldin açsındır. Ama yemeklere elini sürmedin. Neden?”

 

Pir Sultan eski müridine şunları söyler:

“Sen haram yedin. Zina ettin. Yetim malına el attın. Onların ahını aldın. Yoksullara haksızlık ettin. Senin bu haram parayla yaptırdığın yemeklerine ben değin köpeklerim bile ağızlarını sürmezler.”

Pir Sultan, bunları söyledikten sonra Paşa konağının penceresinden Banaz’daki köpeklerine seslenir. Banaz’daki köpekler koşarak gelirler konağa. Sofradaki yemeklere yaklaşırlar ve bir kez kokladıktan sonra da hiç dokunmadan geri çekilirler.

Bunu kendisine hakaret kabul eden ve çok kızan Hızır Paşa, Pir Sultan’ı tutuklatıp Sivas’taki Toprakkale’ye hapsettirir. Ama birkaç gün sonra yaptığından pişman olur. Ne de olsa Pir sultan onun eski Piri’dir ve çevrede saygı gören, sevilen birisidir. Pir Sultan’ı hapisten çıkartıp huzuruna getirir. Ona bir öneride bulunur.“Pir’im, içinde ‘şah” sözü geçmeyen üç deme söyle seni bağışlayacağım.”

Hızır Paşa’nın bu sözleri üzerine Pir sultan sazını eline alır ve ilk demesini söyler:

 

Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne

Can boyanmak ister Ali müşkine

Pirim Ali on iki İmam aşkına

Açılın kapılar Şah’a gidelim.

 

Pir Sultan’ım eydür Mürvetli Şah’ım

Yaram baş verdi sızlar ciğergahım

Arşa direk olmuştur ahım

Açılın kapılar Şah’a gidelim.

 

Pir Sultan’ın dilinde hep Şah vardır. Hızır Paşa bu demeyi dinleyince kızar.

“pirim” der. “Sazı yanlış çalıyorsun. Dikkat et!”

Pir Sultan ikinci demesine geçer:

 

Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır paşa

Gör ki neler gelir sağ olan başa

Hasret koydun bizi kavim gardaşa

Kâtip ahvalimi Şah’a yaz böyle.

  

Sanki meydan okur Pir Sultan. İnadına “Şah!” der Şah’la bitirir demelerini. Hızır paşa iyice kızar. Çevresindekiler, “Bir Kızılbaş parçası seni dinlemiyor. Bu nasıl iştir? Nerde senin paşalığın?” derler.

Pir Sultansa kimseye aldırmadan üçüncü demesine başlar:

 

       Abdal’ım dünya durulmaz

       Gitti giden ömür geri gelmez

Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz

Bende bu yayladan Şah’a gidelim.

 

Artık Hızır Paşa iyice çileden çıkar:

“Günah benden gitti. Atın şu adamı zindana da aklı başına gelsin!” diye bağırır adamlarına. Pir Sultan’a döner ve “Yarın asılacaksın, Pirim!” diye ekler.

Zindana götürürler Pir Sultan’ı, Sivas’ın Keçibulan denilen bir yerinde onu asmak için bir darağacı kurarlar. Sabah güneş doğmadan önce onu asmak için alıp getirirler Keçibulan’a. Darağacına çıkarırlarken kimsenin ardından yas tutmasını istemez Pir Sultan. 

Pir Sultan’ın asılmasından önce bir buyruk daha verir.

Hızır Paşa:

“Herkes Pir Sultan’ı taşlayacaktır. Taşlamayanlar ölümle cezalandırılacaklardır.”

Pir Sultan’ın asılmasını izlemeye gelenler ellerine taşlar alıp atmaya başlarlar ona. Ama hiçbir taş değmez Pir Sultan’a.

Pir Sultan’ın musahibi Ali Baba’da bu buyruğa uymak zorunda kalır. O pirine taş atabilir mi hiç? Bir gül alır eline ve gizlice Pir Sultan’a fırlatır.

Pir sultan, Ali Baba’nın kendisine gül attığını görür ve çok üzülür. İdam sehpasında şu demeyi söyler:

 

        Pir Sultan Abdalım Can Göye sığmaz 
        Haktan Emir Olmazsa Rahmet Yağmaz 
        Şu Ellerin Taşı Hiç Bana Değmez 

        İlle bir dostun gülü yaralar beni 

 

 “Hala dilini tutmuyor bu adam!” deyip hemen ipi geçirirler boynuna. Kalabalık dağıldıktan sonra Ali Baba, Pir Sultan’ın yanına gelip ayaklarına yüz sürer ve ağlar. Kanlı yaşlar akıtır gözlerinden. O gün ve ertesi günler Pir Sultan’ın asıldığı haberi çevreye yayılır. Kızı sanem saçını başını yolar ve sazını eline alıp babasının öldürüşüne şu ağıtı yakar:

 

Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da

Kanlı yaş akıttım baharda yazda

Koç babamı kurban verdim Sivas’ta

Darağacı ağlar Pir Sultan deyü

 

Bundan sonra söylentiler alır yürür Sivas ve çevresini. Bir söylentiye göre, Pir Sultan darağacındayken bir köpek gelip tam altında durmuş ve Pir Sultan da ona basarak ipini çözmüş, yerine de köpeği bağlamış. Sabahleyin darağacının yanına gelenler orada Pir Sultan’ın cesedini değil köpeği görmüşler.

Yine başka söylentiye göre, ertesi gün kahvede oturup söyleşenler arasında şu konuşmalar olmuş:

-“Hızır Paşa dün sabah Pir Sultan’ı astırmış, duydunuz mu?” diye sormuş birisi.

-“Ne asması yahu? Bu sabah ben Pir Sultan’ı Koçhisar yolunda, Seyfebeli’de gördüm.” Diye yanıt gelmiş birisinden.

-Bir başkası: Yanlışın var. Bu sabah gün ışırken ona Malatya yolunda, Kardeşler Gediği’nde rastladım.” Demiş.

Bunun üzerine biri atılmış:

-“Yanılıyorsunuz arkadaşlar. Ne diyorsunuz siz? Yeni Han Yol’nda Şahna Gediği’nde gördüm ben onu”

-Hepimiz yanlışsınız. Ben onu Tavra Boğazı’nda gördüm” diye bağırmış bir başkası da. Bir türlü anlaşamamışlar. Kimse kimseyi ikna edememiş. Hepsi kendi gördüğünün gerçek olduğuna yemin ediyormuş.

Kalkıp hep birlikte darağacının olduğu Keçibulan’a gitmişler. Ne görsünler? Darağacında Pir Sultan yok. Yalnız hırkası asılı duruyor.

Meğerki Pir Sultan darağacından inip yola düzülmüş. Onun gittiğin gören Hızır Paşa’nın askerleri de peşine düşmüşler. Yakalamak için koşmuşlar yetişememişler. Pir sultan Kızılırmak Köprüsü’ne gelince dönüp bakmış ki askerler iyice yaklaşmışlar. Hızlıca köprüyü geçmiş ve geçtikten sonra “Eğil Köprü eğil!” demiş. Köprü eğilip suya batmış ve askerler karşıya geçememişler. Pir Sultan’ın kerametini anlayıp geri dönmüşler.

Pir Sultan Şah’a gitmek için Horasan’ın yolunu tutmuş.

Pir Sultan Horasan’a varıp Şah’ın huzuruna çıkar. “Niçin geldin?” derler.

 

Pir Sultan Abdal’ım yüreğim düğüm

İmanlar rengine boyandım bugün

İrehber pişirir talibin çiğin

Ahiri bu imiş pişmeğe geldim”

 

 Pir Sultan, Horasan’dan Erdebil’e gider, orada ölür ve gömülür.

Kimi söylentilere göre Pir Sultan’ın mezarı Erdebil’dedir. Bir Başka görüşe göre ise Merzifon’dadır.

Çeşitli araştırmacılara göre ise, Pir Sultan asıldığı yere gömülmüştür. Gönümüzde Sivas’ta mal pazarı olarak kullanılan yerdeki sıra söğütlerin bittiği yerde üstü taşlarla örtülü, boyu beş, eni bir metre kadar olan bir tümsek de Pir Sultan’ın mezarı kabul edilmektedir.