Hz. MUHAMMEDİN HAYATI

  • 29 Temmuz 2021, Perşembe

  HZ. MUHAMMEDİN HAYATI

 

Rahmet Peygamberi, O Allah’ın nebisinin Mekke’sine, doğduğu yere, büyüdüğü şehre, annesi ve göremediği babasının, Allah’ın nurunun yanacağı şehir olan Mekke’den başlayıp Medine’ye kadar giden bir yolculuğa tanık olacağız. Hz. Peygamber Kâbe’nin yanı başında gidenler bilir, Merve tepesinin yakınında 200 m uzaklıkta olan ve şimdilerde bir kütüphane olarak gösterilen ama hiçbir faaliyet göstermeyen mütevazı bir evde dünyaya gelmiştir. Kâbe’ye sırtınızı verdiğinizde o mütevazı yerde insanlığa nur olarak doğan Hz. Resul’ün evini göreceksiniz. Bu mütevazı ev hala iki katlı ve hala Merve tepesinin oradadır. Bu evde Hz. Resulün hatıraları var, dokunduğu yerler var.

Hz peygamberin doğduğu gün yani 571 yılı Haziran ayında Mekke öyle bir karanlığa bürünmüş ve sessizliğe gömülmüştü ki Ay, Dünya’nın arkasına saklanmış sanki yüz kızartıcı bir şey yapmış gibi duruyordu. Saatler gece yarısı olduğunda hicaz topraklarında serin bir rüzgâr vardı. Gökte yıldızlar rengârenk olup adeta Muhammed’i karşılamak için bekliyorlardı. O gece herkes uykudaydı. Koskoca şehirde sadece bir kişi uyumuyordu. O da âlemlerin rabbini dünyaya getirecek olan Hz. Âmineydi. Beklediği sancıyı hissetmeye başlamıştı Hz. Âmine; anlamıştı ki oğlu Muhammed’e bugün kavuşacaktı. O bütün hayatını oğlu Muhammed’e adamış bir anneydi. Mütevazı bir kadın ki Hz. Âmine daha kocası Abdullah’a bile doyamadan onu yitirecek ve oğlu Muhammed yetim kalacaktı.

Hz. Âmine birden yanında hiç tanımadığı nur yüzlü güzel kokulu kadınlar gördü. Onların kim olduğunu ve odasının kilitli olan kapısından nasıl içeriye girdiklerini düşünüyordu. O nur yüzlü kadınlar Muhammedi kundaklayıp annesine vermek için oradaydılar. Karanlık ve sessiz olan Mekke-i Mükerreme Hz. Muhammed’in doğumuyla herkesi sevince boğmuştu.

Hz. Muhammed dünyaya geldi. Doğuşuyla birlikte yerde ve gökte onun gelişiyle birlikte: Enurşirvat sarayı o gece sallanarak dört sütunu çöktü. Bin yıl boyunca alevleri yükselen Fars ateş tapınağı ansızın söndü. Sav gölü birden kurudu. Allah’ın peygamberinin dünyaya tevşih ettiği bu günde işte bunlar oldu.

Araplar arasında yüzyıllarca uygulan bir gelenek vardı. Yeni doğmuş bebeklerin hem özgür bir atmosferde hem de konuştuğu dili daha çabuk kavramaları için çocuklarını bir bakıcıya vermeleriydi. Hz. Âmine annemiz ile Hz. Peygamber arasındaki süt verme olayı o kadar az olacak ki ancak Hz. Âmine Resulullah’a sadece 5 gün süt verebilecekti. Bir ana için yeni doğan evladını bir daha görememek kadar acı bir durum olamazdı. Sonra Mekke’yi kavuran o sıcaklık Hz. Peygambere sütanne arayabilme imkânı aratacaktı. Ve nihayet bir sütannesi bulunur. Peygamberin sütannesinin ismi Halime idi. Hz. Halime önce iki sene, sonra üç toplamda 5 sene sütanneliği yapacaktır Hz. Peygambere. Resulullah’ın olmadığı zaman Hz. Âmine her gün ağlamaktaydı. Çünkü evladı uzaklarda başka bir kabilede sadoglu kabilesinde Hz. Peygamber büyütülmeye çalışıyordu. Hz. Peygamberin Halime’nin evine gittiği günden beri Halime’nin evine bereket yağmaya başladı. Yoksulluktan kurtulmaya çocuklarının solan yüzlerine canlılık gelmişti. Kuruyan göğsü süt dolup taşmıştı. Hz. Halime Resulullah’ı 2 sene sonra Amine’nin yanına getirdiğinde Mekke’yi bulaşıcı bir hastalık sarmıştı. Hz. Âmine götür çocuğumu buradan halime evladım burada telef olmasın. Bu olaya Âmine üzülecek halime ise sevinecekti. Zaman öyle çabucak geçiyor. Âmine içinde evlat hasreti yanıp kavuruyordu.3 sene sonra Hz. Peygamber annesinin yanına dönüyor ve annesiyle 1 sene kalıyor. Hz. Âmine bir Medine dönüşünde Ebva denilen köyde 27 yaşında iken bedenini ebediyen toprağa teslim ediyor.

Hz. Peygamber küçükken daha babasını görememenin üzüntüsü yaşarken şimdide annesinin ölümüne çok üzülüyordu. Yetim kalmıştı Hz. Resulullah. Bundan sonra acılar başlayacaktı Hz. Peygamber için. Çünkü baba yok anne yok kimsesizdi Allahın nebisi.

Dedesi Abdulmuttalip Hz. Resulü yanına aldı ve evine götürdü. Abdulmuttalip Kureyş kabilesinin en büyüğüydü. Abdulmuttalib’in görkem ve heybeti karsısında kimse cesaret edemiyordu. Abdulmuttalip bir yere gittiği zaman ortalık toz duman olurdu, öyle cesurdu. Abdulmuttalip babalık yapacaktı Hz. Resule annelik yapacaktı. Çok severdi Abdullah’ın oğlu Muhammed’i. Gün geldi dedesi de hastalandı Hz. Resulün. Öleceğini anlamıştı Abdulmuttalip ve çocukları Ebu Leheb, Ebu Talip ve Zubeyri şöyle der: Muhammed’i kim alıp bakmak ister?

Ebu Leheb: “Ben alacağım” der. Abdulmuttalip hayır der. Ona vermek istemez. Abdulmuttalip Ebu Leheb’e: “Sen çok sert bir adamsın sende merhamet eksik. Ben Muhammed’i sana teslim edemem.” Abdulmuttalib’in gönlü hep Hz. Ali’nin babası Ebu Talip’tedir. Ama Zübeyr’de baskı yapıyor “Muhammed’i ben alacağım, ben büyüteceğim, o benim kardeşimin oğlu der. Ebu Talip ise elbette senin kardeşinin oğlu ama benimde kardeşimin oğlu Muhammed’i ben alacağım diye bir nevi ağız dalaşına giriyorlar. Abdulmuttalip anlaşmazlıkları görüp diyor ki kura çekelim kim çıkarsa Muhammed’ime o bakacak der ve kura Ebu Talip’e çıkar. Abdulmuttalip sevinmiştir çünkü gönlünden geçen kişi de Ebu Talip’in ta kendisidir.

Şimdi şöyle bir bakalım. Daha dünyaya gelmeden baba ölecek. Daha bir aylık iken annesinin yanından ayrılıp sütannesi Halime’nin yanına gidecek. Orada 5sene kaldıktan sonra dönecek ve annesinin yanına geri geldiğinde bir sene sonra annesi vefat edecek. Anne yok, baba yok; evine gelecek ki oturup yemek yiyeceği dahi kimsesi yok bir çocuk için ne kadar zor bir durum. Kime sığınacak kime nazlanacak. Hem öksüz hem yetim kalacak. Kur’an diyor ki “Allah seni yetim bırakıp barındırmadı mı?” Bir çocuğun nazı baba çeker ama en çok nazını ana çeker. Anneye ağlayamazsa annenin eteğini çekiştiremezse, anneye sarılamazsa benim terimi sil diyemezse bir çocuk annesizdir işte. Hz. Peygamber bunu çok acı bir şekilde yaşamıştır.

Abdulmuttalip vefat ettikten sonra Hz. Peygamber yine evsiz kalacaktı. Yeniden bir ev Ebu Talib’in evine gidecekti. Dedesi Abdulmuttalip gömülürken Hz. Peygamber çok ağlayacaktı. Dedesi öldüğünde Hz. Resul 8 yaşında idi. 8 yasına kadar önce baba sonra anne sütanne dede ve şimdi amcanın elinde. Ebu talibin evine gelir kapı da Hz. Ali’nin annesi Hz. Fatıma bin Esed vardır. Boynu bükük üzüntülü utangaçtır. Çünkü anne yok baba yok, Resulullah’ın burnu kanasa Mekke’yi ayağa kaldıracak dede Abdulmuttalip yok. Muhammed ortadan kaybolsa Muhammed’im nerde derdi. Bir gün Hz. Peygamber ortadan kaybolduğunda Abdulmuttalip; “Ey Mekkeliler”  diye bağırınca Mekke halkı ayağa kalkarak Abdulmuttalip çağırıyor diye yanına koşar kapıdan atlayan tarladan kosan işini bırakıp gelen Abdulmuttalip çağırıyorsa koşmak lazım diyip koşarlardı. Gelip; Abdulmuttalip hayırdır neden bizi çağırıyorsun dediklerinde de Abdulmuttalip; “Torunum yok Muhammed’im kayboldu.” Bütün Mekkeliler develerine atlayıp atlarına atlayıp katırlarına atlayıp Muhammedi arayacaklar ve Resulullah’ı bir ağacın altında dinlenirken bulacaklar. Getirip Abdulmuttalib’e ; “Bulduk bulduk torununu bulduk üzülme Abdulmuttalip üzülme” dediklerinde o yüce gönüllü zat torununa sarılıp ağlayacak ve torunu bulunduğu için 100’e yakın deve kestirip bütün Mekke’ye ziyafet verecek ve 75 kilo altın dağıtacak. Torunu Muhammed’e böyle sevdalıydı Abdulmuttalip. Vefat edip gözlerini kapamadan Ebu Talib’in elini tutup “Muhammed’im sana emanet. O büyük bir adam olacak onun yanında ol Ebu Talip sonuna kadar onu terk etme.” Onun için Ebu talip Resulullah’ı ölünceye kadar terk etmeyecek.

Şimdi Fatıma Bin Esed’in evinde Muhammed Fatima bin Esed Hz. Ali’nin annesi elini açacak kucaklayacak “Muhammedi gül yüzlüm şeker suratlı, evime Hoş geldin bereketinle geldin” diyecek. Hz peygamber gülümseyecek. Başka kime gülümsesin; anne, baba yok, dede yok Fatıma var. Hz. Fatıma kucaklayacak Resulullah’ı ve Resulullah ağlamaya başlayacak. Diyecek ki; “Ben senin ananım, bundan sonra ben senin babanım, bundan sonra bu ev senin evin Muhammed’im. Üzülmeyeceksin. Belki ben Âmine olamam ama ben Amine’nin seni ne kadar sevdiğini iyi biliyorum. Annenin sana ne kadar düşkün olduğunu iyi biliyorum. Üzülme yavrum bu ev Amine’nin evi gibi olacak. Bu evde hiç üzülmeyeceksin. Fatıma’nın dediği gibi de Hz. Peygamber o evde hiç üzülmedi. Bir yabancı kadın bir anne gibi olabilir mi demek ki olabiliyormuş. Belki o anne olabilmek için Hz. Ali’nin annesi olabilmek gerekiyor bilmiyorum ama bir yetimin gözyaşlarını dindirilebiliyormuş meğer.

Hz. Peygamberin geldiği Ebu Talib’in evi çok kalabalık bir evdi. Geçimi dar bir aile oldukları için Hz. Peygambere de bir görev verildi. Koyunları gütme görevi. Elinde bir baston koyunları sabah götürür akşam getirirdi. Cihad bölgesi denen yerde koyunları güderdi Hz. Peygamber. Mekke’ye gidenler bilirler safa tepesinin hemen ardında eskiden bir Osmanlı kalesi bulunmaktadır. O bölgede bulunan Cihad hastanesi de ismini buradan almaktadır. Şimdi yıkılmış o hastane o mekânlar şimdi yok. Koyunları o yokuşta orda beklerdi Hz. Resul. Hz. Resulün götürdüğü koyunlar memeleri dolu dolu gelir diğerlerinin ki normal gelirdi. Diğerleri dönüp diyorlar ki ne oluyor ki Muhammed’in getirdiği koyunların memeleri dolu dolu geliyordu hem de o bölgede hiçbir şey olmamasına rağmen. Sadece dağdan başka bir şey yoktu orda. Diyorlar ki işte bu Muhammed bereketidir. Daha 8 yaşında Muhammed bereketi yayılıyordu Mekke’ye denir ki Abdulmuttalip zamanında Mekke’ye yağmur yağmıyordu. Mekke halkı yağmur duasına gidiyordu. Abdulmuttalip yağmur duasına Resulullah’ı götürürdü. Demiş ki yarabbi; “Muhammed hürmetine yağmur yağmur” Allah Muhammed hürmetine yağmur yağdırırmış. Ulfute diyor ki “Ebu talip zamanındada yağmur duasına giderdik. Ebu Talip ellerini Kâbe’nin karşısında açıp Allaha yalvarıyordu. Ebu Talib’in yanında bir çocuk gördüm. (Resulullah’ı kastediyor.) Gözü ve yüzü güneş kadar güzel Ebu Talip dua ederken baktım çocuk şöyle yapıyor. Elini kaldırıyor işaret parmağını ve dudakları oynuyordu. Ebu Talib’den çok gözüm o çocuğa takıldı diyor Ulfute. Daha tanımıyor Resulullah’ı. Ebu talip daha elini indirmeden yağmur yağıyordu Muhammed’in işaret parmağına. Sırılsıklam oldu ve sonra ellerini indirdi. Mekkeliler diyorlardı ki yağmur isteniyorsa Muhammed ile çıkalım yağmur duasına. Muhammed ile çıkılıyordu yağmurla dönülüyordu.

Yıllar geçecek yıllar birbirini takip edecek. Günler Medine günleri. Zaman Medine zamanıydı. Rüzgâr bir başka eser Medine de her mevsim bahardır. Medine de kış yoktur. Medine’nin gülleri bir fazla güzeldir. Bir ayrı kokusu vardır. Bir gün Hz. Peygamber sahabeleriyle otururken biri çıkıp Resulullah’tan söz istedi. Resulullah ona müsaade etti ve sahabe şunu sordu. O zamanlar tabi Medine sıcak mı sıcak kurak mı kurak insanların derileri sıcaktan hava alamaz duruma gelmiştir. Çoluk çocuk sıcaktan perişan olmuştur sahabe; ya Resulullah; “Halimizi görüyorsun sıcaktan perişan olduk. Bir dua et de bereketin yağsın üzerimize.” Hz. Resul ellerini açıp dua etmeye başladı. “Allah’ım bereketli yağmur yağdır. Taze yağmur yağdır. Sel yağmuru değil merhamet yağmuru yağdır. Faydalı yağmur yağdır.” diye dua etti. Sahabe şaşırdı. Çünkü 50 derece sıcaklık varken gökte bir tane bulut yokken Hz. Resul ellerini aşağıya indirdi ve bulutlar yan yana gelip yağmur yağmaya başladı. Medine’ye Muhammed rahmeti inmeye başladı.

Aradan tam bir hafta geçti. Medine’de yağmur dinmiyordu. Kesilmiyordu Medine de yagmur. Ertesi hafta yine adam Resulullah’ın yanına gelip isiz istedi. Hz. Resul ona izin verdi. Ve sahabe; Ey Allah’ın elçisi evlerimiz yıkılıyor yağmurdan. Her yer yağmur altında sellere mahkûm olduk. Allah’ın Resulü bir dua etsen de yağmur her tarafa yağsa Medine’den gitse helak oldu ya Resulullah diyor. Yıkıldık ya Resulullah. Yağmur dursa artık diyor sahabe. Hz. Resul gülümsemeye başladı. Yüzü ay gibi parlıyordu. Ellerini açtı Peygamber Allah’ım yağmuru üstümüze değil etrafımıza yağdır. Hz. Peygamber duygulu bir şekilde şunu düşündü. Keşke Ebu Talip yaşasaydı. Yağmurun yağdığını görseydi. Mekke günleri aklına gelirdi.

Hz. Ali’nin annesi Fatıma Bin Esed Hz. Muhammed’i anlatırken; o çok az konuşurdu. Sevinirken Resulullah’ın sevinci şöyle anlaşılırmış; Sevinirmiş gözlerini kapatırmış Hz. Peygamber. Az konuşurmuş ama konuşurken jest ve mimikleriyle konuşurmuş Allah’ın elçisi. Az kelimeyle çok şey anlatıyordu sahabelerine.

İş yapacak sermayesi yoktu Peygamberin. Hz. Hatice’yle iş yapacak, Hz. Hatice Resulullah’ı işlerinin başına bir nevi memur koyacaktı. Hz. Peygamber çok para kazandıracaktı Hz. Hatice’ye. Hatice’nin ismi Mekke de tahire yani temiz kalpli kadın olarak bilinirdi. Mekkeli birçok kişi Hatice’yle evlenmek isteyecek ama Hz. Hatice hepsini ret edecekti. Dul ve 3 çocuğu vardır Hatice’nin. Hz. Peygambere kendi evlenme teklifi gönderecek Muhammed beni alsın diye. Ve Hz. Peygamber ticaret için gittiği Şam’dan dönerken Hz. Hatice ile evleniyor. Bütün bu olaylarda başrol oynayan bir kişi vardır oda Resulullah’ın amcası Ebu Talip. Zaman gittikçe ilerledikçe Hz. Peygamberin bir kızı oluyor. İsmini kendisini büyüten Fatima Bin Esed’in ismini veriyor. Hz. Peygamber kendisine annelik yapan Fatıma Bin Esed’in oğlu Hz. Ali’ye kendi kızı Fatıma’yı veriyor. Ve diyor ki Fatıma Bin Esed’e; “Allaha şükürler olsun ki kızım sana gelin geliyor ey Fatima Bin Esed. Ey annecim. Bir gün Hz. Peygamber sahabeleriyle otururken hicretin 4.senesi Hz. Peygamberin birden yüzü gerildi üzülmeye başladı. Hz. Ali içeri geldi ve ağlıyordu. Hz. Peygamber Ali’nin ne diyeceğini neden ağladı çok iyi biliyor. Hz. Ali Hz. Resulullah’ın yanına gelince otur Ali dedi. Hz. Ali oturdu ama dayanamadı ve birden ya Resulullah annem dedi Fatıma vefat etmiş çünkü biliyorum Ali otur otur. Aslında ölen yalnız senin annen değil benimde annem öldü ya Ali. Annemden sonra annemdi o benim. Kucağına alıp bağrına basan kadın o. Annemin yokluğunu onda buldum. Annemin kokusunu onda buldum. Kimse yokken senin annen vardı ya Ali. Bana annelik yaptı. Allah’ım Fatıma Bin Esed’e merhamet et. Allah’ım Muhammed Fatıma’dan memnundur. Allah’ım sende Fatıma’dan memnun ol. Sonra ayağa kalktı Peygamber ve herkese gidiyoruz dedi. Fatıma’nın mezarına gidiyoruz. Herkes ayağa kalktı. Medine toplanıyordu. Çünkü Resulullah’ın anneliği öldü. Resulullah’ın kızının kaynanası öldü. Ali’nin anası öldü. Kim ölmüş kim diye soruyorlardı yeniler eskilere; kim bu Fatima bin Esed diye soruyorlardı; Peygamber küçükken başını tarayan kadın, kim bu Fatima bin Esed diye soruyorlardı; Resulullah yetim kalınca Muhammedi bağrına basan kadın, kim bu Fatima bin Esed diye soruyorlardı; çocuklarını doyurmadan Hz. Peygamberi doyuran asil kadın ölmüş. Medine çalkalanıyor. Fatima bin Esed ölmüş. Sessizce yürüyordu peygamber Medine mezarlığına doğru. Yanındakilere gidin mezarı geniş kazın güzel kazın diyerek ilgileniyordu. Hz. Peygamber çok sessizdi. Yanındakiler ilk defa Resulullah’ı böyle sessiz gördük diyorlardı. Resulullah’ın aklına hemen küçükken Fatıma’nın evine gittiği gün aklına gelmişti. Fatima bin Esed’in kapıda ellerini açmış hoş geldin yeni evine ya Muhammed diyişi aklına geliyordu. Hz. Peygamber vefa peygamberi o günleri unutamıyordu. Mümkün müydü unutması. Mezarın başına gelmişti Peygamber. Ne yaptınız demişti sahabelerine onlarda seni bekledik ya Resulullah. Kefenlemeyin beni bekleyin demişsiniz. Hz. Resul üzerindeki gömleği çıkarıp bunu Fatima bin Esed’e anneme sarın diyordu. Sonra üstüne bir bez daha sarın diyordu Hz. Peygamber. O bezin şuanda İstanbul’da olduğu söylenir. Kutsal bir emanet gibidir. Hz peygamber Fatima bin Esed’in cenazesini kendi kılıyor. Cenaze namazı 4 tekbir iken Hz. Resulullah 70 defa tekbir getiriyor. Soruyorlar ya Resulullah neden böyle yaptın; Peygamber diyor ki onun için 1000 defa yapsam bile azdır. O daha fazlasını hak etmiştir. Orda dua etmeye başlıyor Resulullah. Allah seni bağışlasın, hayırla ödüllendirsin, Allah sana rahmet etsin ey annem. Sen benim annemden sonra annemdin kendin aç durup beni doyururdun. En nefis yemekleri kendin yemez bana yedirirdin. Bunu da Allah rızası için yapardın. Ve Peygamber sonunda Allah’ım ben senin peygamberinim benden önceki Peygamberinin yüzü suyu hürmetime bu duamı kabul et dedi Hz. Resul dua ederken elini mezara uzatıp yarabbi Fatima’nın yanında benim elim var. Benim elimde gömülmüş gibi kabul et yarabbi. Fatima’yı mezara getirdiler. Hz. Peygamber Ali’yle birlikte Fatima bin Esed’i toprağa teslim ediyordu. Ettikten sonra dönüp oradakilere dedi ki biliyor musunuz ey Medineliler.70 bin melek Fatima için bugün indi.

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail tarafından yapılmış olan Kâbe, geçen uzun asırlar içinde yağmur ve sel suları ile harap olmuş, tamir edilmesi gerekiyordu. Kureyşliler, Kâbe binasını yıkarak, yeniden yapmaya karar verdiler. Yardımlar toplandı, gerekli malzeme temin edildi. Hz. İbrahim’in yaptığı temele kadar yıkarak, duvarları yeniden örmeğe başladılar. Ancak; “Hacer-ül Esved”i yerine koyma sırası gelince anlaşamadılar. Kureyş’in bütün kolları, bu şerefin kendilerine ait olmasını istiyordu. Anlaşmazlık dört gün sürdü, kan dökülmek üzereydi ki; Kureyş’in büyükleri bir hakem tayin edelim ve o kimi isterse onu seçsin dediler. Peki, hakem kim olacak dediler. Herkes Kâbe’nin kapısından ilk kim gelirse onu hakem yapalım dediler. Ve kapıdan ilk giren Allahın resulü Emir-ül Mümin kapıdan içeri girdi. Durumu Hz. Resul’e anlattılar. Hz. Muhammed üzerindeki yaygıyı çıkarıp Hacer-ül Esved’in üzerine koydu ve her iki tarafından ucundan tutulmasını hep beraber taşımalarını söyledi. Böylece iki tarafından birbirine karşı barış içinde olmaları sağladı. Bu esnada Resul-i Ekrem 35 yaşında idi. Ve Kâbe’nin tamirinde Hz. Peygamber de bizzat çalışmış, taş taşımış, hatta bu yüzden omuzları yara olmuştu. Hz. Peygamber Arap kavminin cahilliğinin karanlığını ve Allaha kulluk etmesi gerekirken putlara tapmalarına üzülüyordu. Kadınların aşağılanıp toplumun kumara ve şaraba yaygın olması peygamberin canını sıkıyordu. Hz. Resul’de Kâbe’nin diğer bir yeri vardır. Çünkü amcası Ebu Talib’in oğlu, kendisinden sonra vasisi olan, annem dediği Fatima bin Esed Ali’yi Kâbe’nin içinde dünyaya getirmiştir. O yıllarda Kâbe’nin bir tek kapısı vardır. O kapının anahtarı da Kureys kabilesindedir. Hz. Fatima bin Esed bir gün yolda yürürken bir anda sancı gelmiştir. Fatıma’nın yürüyecek hali kalmamıştı ki cenabı hak Muhammed’in yüzünün suyu hürmetine Kabe’nin duvarından bir kısmını yararak Fatima bin Esed’in içeri girip Ali’yi dünyaya getirmesini sağladı. Ali dünyaya gelince Hz. Resul sürekli Ali’yi görmeye gidiyor. Fatima bin Esed şöyle diyor; ey Muhammed sen gelmeden önce Ali sakin mi sakin duruyor lakin seni görünce birden yerinde duramıyor. Hz. Resul’de Ali’yi kucağına alıp kulağına Allah’ın ismini zikrediyor. Ve Fatima bin Esed’e diyor ki; eğer Ali’nin doğduğuna şahit olmasaydım ona Allah diye tapardım. Hz. Ali küçüklükten büyüyünceye kadar hep Muhammed s.a.v ahlakıyla yetişti. Bir hadisin de; Ali bendendir ben Ali’denim demesi Ali’yi ne kadar sevdiğinin göstergesidir.

Günler, haftalar, aylar, yıllar geçiyor. Hz. Peygamber gittikçe İslam dinini insanlara yaymaya başlıyor. Hz. Resul her gün Mekke tepesinde bulunan Hira mağarasına gidip orda tevekküle yatıyor. Yani cenabı hak ile konuşuyordu. Yine bir gün peygamber Hira mağarasına gittiğinde Cebrail gelip Muhammed’e; “Oku” dedi. Hz. Resul; “Ne okuyayım” diye cevap verdi. Cebrail tekrar “Ey Allahın Resulü oku” dedi. Ve Hz. Resul Allahın kendi içinde nurlandırdığı Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti olan Alak suresini okumaya başladı. “YARATAN RABBİNİN ADI İLE OKU. O,İNSANI KAN PIHTISINDAN YARATTI. OKU, RABBİN EN BÜYÜK KEREM SAHİBİDİR. O Kİ YAZMAYI ÖGRETTİ. İNSANA BİLMEDİĞİNİ ÖGRETTİ.”

Hz. Resul Allah’la, meleklerle, Cebrail’le iletişim kurduğundan dolayı çok heyecanlanmıştı. Koşarak evine gidip yatağa uzanıp Hz. Hatice’den üstüne bir battaniye atmasını istedi. Hz. Hatice ey Muhammed bu telaşın nedir neden böyle korku içindesin diye sorduğunda Hz. Peygamber olanları Hatice’ye anlattı. Aslında Hz. Peygamber’in geleceğini Hz. İsa yüzyıllar önce bildirmişti. İncil’de son peygamberin geleceğini ve onun bütün peygamberlerden üstün olacağını ve ismini Muhammed olacağını bildirmişti. İncil’de Peygamberin ismi Paraklit diye geçmekteydi. Böylece Hz. Peygambere ilk vahiy 610 yılında Hira mağarasında nazil olmuştu. Bizlere de Hz. Resul’e ilk ayetin geldiği yere gidip görmek nasip oldu. 2 kişinin bile zor sığacağı bir yerde Hz. Muhammed sav orada hak ile hak oluyordu. Hira mağarası öyle yüksek bir yerdeki oraya çıkmak 2 saat bir zaman alıyordu. Hz. Resul her gün buraya çıkarak tevekkül ediyordu. Hz. Resul Hira mağarasına gittiği zaman onun yemeğini Hz. Ali götürüp getirirdi. Peygamber orada olup bitenleri de Ali’ye anlatırdı. İlk ayetten sonra peygambere belli bir süre ayet inmedi. Hz. Hatice Hz. Resulü yanına alıp Hristiyanların rahipleri olan Bahira’ya gidip olanları anlattığında Bahira; sen Allah’ın Resul’üsün. Sözüyle Hz. Resul’ü müjdeledi. Daha da geriye gidersek Hz. Hatice’nin kölesi Meysere Hatice’ye Muhammed insanların peygamberidir diye söylemişti. Ve Hz. Hatice peygambere ilk iman eden kadın olarak İslam tarihine geçti.

Zaman geçtikçe Arabistan’da büyük bir kıtlık başlamıştı. Ebu Talip’de maddi açıdan sıkıntıya düşmüştü. Hz. Peygamber de onu büyüten babalık yapan Ebu Talib zor durumda kalmasın diye Ali’yi kendi evine alıp bakımını üstlenmişti. Ali’yi evine götürüp onu bir baba gibi eğitmeye başladı. Hz. Ali’de Hz. Muhammed’e ilk biat eden çocuk olarak İslam dinini seçti. Hz. Peygamber İslam’ı çabucak yaymaya başlamasına rağmen bir yandan da düşmanları da çoğalıyordu. Kimileri Hz. Resul’e büyücü yalancı gibi densiz ve hadsiz sözler söylüyordu. Hâlbuki Kur’anda arkadaşınız Muhammed kendinden konuşmaz. Onun her söylediği söz Allah’ın sözüdür yazıyordu. Kureyş’in ileri gelenleri Ebu Talib’in evine gidip Muhammedi babalarının dinlerine dil uzatmalarını, tanrımızı eleştirmesinden rahatsız oluyoruz. Muhammed’le konuş böyle devam ederse her şey kötüye gidecek dediler. Ebu talip bu olanlara rağmen Muhammed’i hep desteklemeye devam etti. Kureyş’liler Hz. Muhammed’e bu yaptıklarından vazgeçmesi için teklifte bulunuyorlardı. Gümüş, altın para öneriyorlardı ama Hz. Resul Allah’ın dinini herkese yaymakla görevliydi ve onun emirlerinden dışarı çıkmıyordu. Bu işin böyle gitmeyeceğini düşünen Kureyş’liler Muhammed’e müdahale etmeye karar verdiler. Hz. Muhammed Kureyş’lilerden Allah’tan başka ilah yoktur demelerini istiyordu ama Kureyş’liler kabul etmiyorlardı. Çünkü Allah’ı tanımıyorlardı. Bu konuşmalar gittikçe şiddetleniyor ve Kureyş’liler Hz. Peygamberi öldürmek için fırsat kollamaya başlıyorlardı. Hz. Muhammed’e gün geçtikçe eziyet ediyorlar ve ona hakaret etmeye başlıyorlardı. Bunların başında ise Ebu Cehil ve Ebu Leheb geliyordu. Ebu Leheb her fırsatta Hz. Muhammed’e taş atıyordu. Kureyş’liler Hz. Muhammed’e iman eden Bilal Habeşi’yi sıcak çölün üzerinde yatırarak göğsüne de büyük bir taş koyup Muhammed’in dininden dönmek için eziyet ediyorlardı. Ama Bilal Habeşi imanından dönmedi.

Hz. Resul muhaliflerin bütün engellemeleri karşısında 13 yıl mücadele etti. Hz. Muhammed s.a.v artık İslam’ı Mekke’nin dışına da yaymak için harekete geçti. Tarihler 622 yılını gösterdiğinde Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret edecekti. Lakin Kureyş’liler âlemin nurunu her yerde arayıp öldürmek için planlar hazırlıyorlardı. Günlerden bir gün henüz şafak sökmemiş ve gecenin karanlık yüzü ağırmamıştı ki Kureyşliler Yesrib halkının peygambere biat haberini aldılar. Kureyş’lilerin Hz. Resul’e saldıracağını Allah Hz. Peygambere bildirip Mekke’den çıkmasını emretti. Ve Hz. Muhammed doğduğu topraklardan ayrılmaya karar verdi. Bu kararı aldıktan sonra Hz. Resul Hz. Ali’yi yanına çağırarak ona olanları anlattı. Ve Ali’ye şunu söyledi; Ya Ali Allah’ın dinini herkese yaymam için Allah bana Mekke’yi terk etmemi hicret etmemi emretti. Ben hicret ettiğim zaman sende benim yatağımda yatarak düşmanları oyala. Ben bu arada Mekke’yi terk etmiş olacağım. Hz. Ali Peygamberin anlattıklarını yerine getirerek Hz. Resul’ün yatağına yattı. Gelen Kureyşliler Hz. Ali’yi görünce şaşırdılar ve Hz. Resul’ün peşine düşmeye karar verdiler ama artık çok geç olmuştu. Kureyşliler Ali’ye Muhammed nerde diye sordu. Ali ise siz onu çıkartmak istiyordunuz o ise kendiliğinden gitti. Kureyşliler işin peşini bırakmadılar ve ayak izlerini takip etmeye başladılar. Hz. Peygamber Sevr mağarasında üç gün kaldı. Kureyşliler Hz. Resul’ün bulunduğu yere kadar geldiler ama Allah Resul’ünü yine korudu ve mağaranın giriş yerini örümcek ağlarla kapatarak peygamberin orda olmadığını sağladı. Kureyşliler oradan ayrıldıktan sonra Hz. Resul Medine’ye doğru hareket etmeye başladı. Peygamber Medine yakınında bulunan Kuba kasabasına geldiğinde orada Ali’yi beklemeye başladı. Ebubekir sürekli Medine’ye gitmen gerekli dese de Muhammed Ali’yi bekleyip beraber gitmek istiyordu. Hz. Resul; Ali beni canıyla korumuştur. O Ehlibeyt’imin en hayırlısıdır. Amcamın oğlu ve kardeşimdir. Ali yanıma gelinceye kadar buradan ayrılmayacağım. Hz. Ali peygamberin verdiği görevi yerine getirip Hz. Peygamberin yanına vardı. Vardığında ayakları parçalanmıştı. Güçlükle yürüyebiliyordu. Allah’ın resulü Hz. Ali’yi kucaklayıp bağrına bastı. Ve ağzının suyunu Ali’nin ayaklarını sürdü Ali’nin parçalanmış ayakları hemen iyileşti. Ve sonunda hep birlikte Medine’ye doğru hareket etmeye başladılar.

Günlerdir Hz. Peygamberin yolunu bekleyen Yesrib halkı heyecanlıydı biran önce Muhammed’in gelmesini bekliyorlardı. En sonunda peygamber Medine’ye geldi ve Medine halkı ne yapacağını şaşırdılar. Allahın resulünü karşılarında görünce elleri ayakları birbirine dolaştı. Bu sebeple Hz. Resul İslam’ın temelini atmış oldu. Hz. Peygamber Yesrib’e gelince şehrin ismi değiştirilerek Medine-tül Nebi yani peygamberin şehri adını koydular.

Hz resul Allahın Habibi Medine’ye geldiğinde ilk olarak Allahın Kur’an’ın Hücurat suresi 10.ayetini gerçekleştirdi. Muhakkak müminler kardeştir ilkesini Allahın emrini tüm insanlara anlattı. Ve bu ilkeyi anlattık sonra ilk mescidi ibadethaneyi yaptırdı. Medine’de herkesin kendisine bir yol kardeşi seçmesini emretti. İşte Alevilikteki musahipliğin temeli de Medine’de atılmış oldu. Medineli Ensarlar ile Mekke’den gelen muhacirleri kendileri kardeş olarak seçmelerini emretti Hz. Resul kendisine de “Ali’de benim kardeşimdir” diyerek Ali’nin kendisi için ne kadar önemli olduğunu a Medine’de insanlara bildirdi. Hz. Peygamber bu yaptığı davranışla Allah’ın ayetini insanlara nazil etmiş oldu. Bir ayette diyor ki: Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Sizler birbirinize düşmandınız da Allah sizin kalplerinizi uzlaştırdı ve sizleri kardeş haline getirdi. Ayetini birebir uygulamış oldu Allahın göz bebeği.

Hz. Peygamber İslam’ı bütün dünyaya yaymak için çok savaşlara katılmıştır. Bedir, Uhud, Hendek, Kurayzaoğulları, Mustakiloğulları...

Hayber kalesi, Mute savaşı, Mekke’nin fethi gibi savaşlara katılarak İslam’ı yaymıştır. Bu savaşlarda Hayber kalesinin alınması çok önemliydi. Çünkü Yahudiler çok zengindi. Eğer Hayber kalesi fethedilirse İslam daha çabuk ve daha ekonomik anlamda güçlenecekti.

Hz. Peygamber Hayber’i almak için ne kadar kişi yolladıysa da başarılı olamadı. Ve bir gün Hz. Resul yarın sancağı öyle birine vereceğim ki onu hem ben hem de Allah seviyor diye niteledi. Yanında sahabelerine bana Ebu Talib oğlu Ali’yi çağırın dedi. Ali’nin yanına gidip ey Ali Allahın Resul’ü seni çağırıyor dediklerinde Ali hemen elindeki işi bırakıp Hz. Resul’ün huzuruna çıktı. Ama Ali hastaydı bitki yorgundu elleri çalışmaktan nasır tutmuştu. Gözleri kapanmıştı. Hz. Peygamber Ali’nin bu halinin görünce ellerini açıp “Ey Allah’ım Ali’nin derdine derman ol. Ali’ye şifa ver” diye dua etti ve Ali kısa bir süre sonra düzeldi.

Hz peygamber Ali’yi kendi elleriyle hazırladı. Kendi kıyafetlerini ona giydirdi. Ve Ali peygamberin duasıyla gidip Hayber’i fethetti.

Allahın habibi 23 yıllık peygamberlik görevini başarıyla tamamlamıştı.

Hicretin onuncu yılı idi. Allahın Resulü hac görevini yapmak için 130 bin sahabesiyle birlikte Mekke’ye doğru yola çıktı. Yolda kafileyi görenler kafileye katılarak bu sayıyı arttırdılar. Mekke çölüne girdiklerinde herkes hep bir ağızdan “Lebbeyk Allahumme Lebbeyk” diye gözyaşları döküyorlardı.

Kabeyi ziyaret eden Hz. Resul geri dönüş için yola koyulmuştu. Mekke’yle Medine arasında bulunan Gadir Hum denilen bölgede Hz. Resul önemli bir açıklama yapmak için herkesi oraya topladı. Gadir Hum denilen bölge Kufe ve Medine’nin yolunun çatallaştığı büyük bir yerdi. Peygamber herkesin toplanmasını bekliyordu. Nitekim herkes geldikten sonra Hz. Resul deve minberlerinde yükseklik yapmalarını istedi ve o yüksekliğe çıkıp şunları dile getirdi.

Bugün burada bulunanlar burada olmayanlara buradaki sözlerimi anlatsın. Hz. Resul Allah’ın Cebrail aracılığıyla Maide Suresi 3.Ayetini nazil etti. Ayette: “Bugün sizin için dininizi ikmal ettim ve din olarak size İslam’ı seçtim.” Dedi. Allah tarafından gelen bu ayeti okuyan resul Allah’ın huzuruna çıkacağını ve ömrünün yavaş yavaş sonuna geldiğini anlamış oldu. Ve konuşmalarına devam etti. “Benden sonra İslam’ın kötülüğe delalete düşmemesi için size iki emanet bırakıyorum. Birisi Kur’an diğeri ise benim Ehlibeyt’imdir.  Kim ki bu ikisinden ayrılırsa çıkmaz bir yola düşer. Ehlibeyt’im Nuh’un gemisi gibidir. O gemiye binen kurtulur binmeyen ise helak olur.” bu konuşmaları yaptıktan sonra cenabı hak yine Cebrail aracılığıyla Maide suresi 67. Ayeti gönderdi. Ayette: “Allah’tan indirileni insanlara tebliğ et. Eğer tebliğ etmezsen onun peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Hiç kimseden korkma Allah seni koruyacaktır.” dediğinde Hz. Muhammed yanında bulunan amcaoğlu Ali’nin ellerini havaya kaldırarak yüksek bir ses ile şunları söyledi. “Ben kimin mevlası isem Ali’de onun mevlasıdır. Ali’yi üzen beni, beni üzen de Allah’ı üzmüş demektir. Benden sonra Ali benle aynı konumdadır. Ben son peygamberim bende sonra 12 imam gelecektir ve o imamları başındaki İmam Ali’dir” Dedi. Hz. Peygamber konuşmasını bitirince insanlar birbirleriyle yarış edercesine sıraya girdiler Ali’yi kutlamak için en başta bulunan Ebubekir ve Ömer Ali’yi ilk tebrik eden kişilerdi. Böylece Hz. Resul son veda haccında yerine Ali’nin geçeceğini tebliğ etti ve Medine’ye dönmek için yola koyuldular.

Âlemlerin rahmeti Hz. Peygamber veda haccından 60 sün sonra hastalandı. Anlamıştı artık ömrünün tamamlanacağını. Yanı başında bulunanlardan kâğıt kalem istedi vasiyetini kâğıda dökmek için ama Hz. Resulullah’a kağıt vermediler. Hatta ona hakaret bile ettiler. Hz. Resul hakaret edenleri odasından kovdu ve lanet okudu onlara. Yanında bulunan damadı amcasının oğlu vasisi imam Ali’ye dönerek dedi ki “Ya Ali benden sonra sana çok zulüm edecekler. Evlatlarımıza gün yüzü göstermeyecekler. Sende sabır et Zülfikar’ını kullanma. Yanında savaşacak kişiler bulursan korkmadan Allah’ın yolunda savaş ama bulamazsan hep sabır et. Allah sabır edenleri muhakkak ki görecektir. Ve Ali’den söz aldı.

Nitekim Hz. Resul artık hakkın huzuruna doğru yola çıkmıştı. Bulutlar donmuş kalmış kuşlar son seslerine kadar bağırıyorlardı. Gökyüzü ağır ağır kararıyordu. Alemlerin rabbini bütün kainat yolcu ediyordu. Hz. Ali peygamberin cenazesini yıkayıp kefenleyip defnederken, Peygamberin odasından kovduğu kişiler Sakife denilen yerde Ebubekir’i halife seçmek için uğraşıyorlardı. Daha 60 gün önce peygambere verilen sözden dönmüşlerdi. İmam Ali’nin elinden zorla imametliği alıp Ebubekir’i halife tayin ettiler. Ama Ali ses çıkarmadı. Çünkü Resulullah’a söz vermişti. Ebubekir de kendisinden sonra hilafeti Ömer’e, Ömer ise Osman’a bırakmıştı. Hz. Ali’nin halifeliği Osman’ın Muaviye tarafından öldürülmesinden sonra halkın istemesiyle geçte olsa yerine geldi. Ama Ali’ye savaş açanların başında Muaviye vardı. Muaviye halife olmak istiyordu. Ali ise İslam’ın bozulmaması için fazla sesini çıkarmadı. Muaviye o kadar lanetlenmişti ki Sıffin savaşında hile ile Kur’an ayetlerini mızrak uçlarına takarak Ali’nin zaafını böyle yakalamıştı. Haksız yere Sıffin savaşını hilelikle hakem olayları ile kazanmıştı. Muaviye Hz. Ali’nin yanında yetişmiş olan İbni Mülcem’in kanına girerek Ali’yi öldürmesini istedi ve bir sabah İmam Ali ibadetini yapmak için mescide giderken evinin kapısında Mülcem tarafından zehirlenerek Ramazan’ın 19.21 arası şehit edilmiştir. Tabi bu dönemden sonra Allah’ın Resulünün Ehlibeyt’ine hep zulüm ettiler. Fatıma’yı Fedek hurmalığını almak için evinin kapısını kırıp Fatıma’nın karnındaki 3 aylık Muhsin’i şehit ettiler. İmam Hasan’ı zehirleyip Kerbela’da İmam Hüseyin’in mübarek başını bedeninden ayırdılar. Diğer İmamları da aynı şekilde zehirleterek öldürdüler. Allah’ın selamı Hz. Peygambere ve onun ehlibeytine olsun…